Yeni Türkiye Vizyonumuz

Milletimiz, Türkiye Cumhuriyeti devletini ve milli birliğini temsil eden Cumhurbaşkanını ilk defa doğrudan kendisi seçiyor. Bu tarihi bir olaydır.

Bu tarihi seçim, anayasadan kurumların işlevlerine, toplumsal barıştan Türkiye’nin dünya siyasetindeki rolüne kadar her alanı dönüştürecek bir devrimdir.

Milletimiz statükocu, elitist ve vesayetçi yapılara ve bunlara destek olan siyasal partilere rağmen değişim iradesini büyük bir çoğunluk ve kararlılıkla her zaman ortaya koymuş ve sürdürmüştür.
Bu seçim; değişim, demokrasi, açıklık ve refah iradesi ile tutuculuk, vesayetçilik, kapalılık ve ekonomik oligarşi odakları arasında yapılacak bir seçimdir.

Milletimiz her zaman olduğu gibi kendi iradesine, geleceğine ve birliğine sahip çıkacaktır.
Biz, 2002’den beri Türkiye’nin en temel sorunlarını cesaret ve kararlılıkla çözmeye çalışıyoruz. Ekonomide istikrarlı ve büyüyen bir Türkiye inşa ederken, demokratikleşme, insan hakları ve itibarlı dış politikayı tesis etme yolunda da tarihi adımlar atıyoruz.
Sağlıktan eğitime, toplu konuttan ulaşıma, ekonomiden sosyal politikalara, enerjiden sanayiye, temel hak ve özgürlüklerden yargı sistemine, yerel yönetimlerden çevreye, sosyal güvenlik sisteminden yoksulluğun azaltılmasına kadar çok geniş bir alanda, birçok önemli reformu başarı ile gerçekleştirdik.
Demokrasi, istikrar, güven, refah ve kaliteli yaşam alanında son yüzyılda yapılanları aşan bir atılım yaşanmıştır.
Biz, değişim ve dönüşümü esas alan, bunu da daha çok özgürlük, daha çok demokrasi ve daha çok refah ekseninde başarmış bir hareket olarak, aslında 12 yılda ülkemizin dört alanda dönüşmesine yollar açtık:
Demokratikleşme
Refah
Şehirleşme
Uluslararası ilişkiler.


İlk büyük dönüşüm demokrasi alanında oldu. Ülkemiz bugün 12 yıl evveline göre çok daha demokratik bir ülkedir. Her türlü engele rağmen demokratikleşme hedefimizden taviz vermedik. Milli iradeyi tutsak alan vesayetçi anlayış ve yapıları tasfiye ettik, ediyoruz. Hukukun üstünlüğü, vatandaşlık hakları, çoğulculuk, çözüm süreci, kurumların demokratik ilkelere göre çalışması, devletin değil milletin esas olduğu ilkesi, devletin hizmetkâr konumunun her alanda hayata geçmesi demokrasimize sınıf atlatmıştır.
Refahın artışı ve yaygınlaşması ikinci önemli başarıdır. Onlarca yıldır milletimizi eğitimden sağlığa, ulaşımdan çevreye, enerjiden savunmaya kadar mahrumiyetler içinde yaşatan zihniyete biz son verdik. Bugün Türkiye’nin zenginliği ve refahı kat-be-kat artmış durumdadır. Aynı zamanda refahı topluma yaygınlaştırmak hedefimize yönelik olarak, milli borç ve enflasyonu düşürmekten sosyal güvenlik ve sosyal desteklere kadar her alanda büyük işler yaptık.
Üçüncü dönüşüm şehirlerimizde olmuştur. Milletimizi hor gören, elitist anlayışın şehirlerimizde milletimize reva gördüğü hizmet mahrumiyetine son verdik. Belediyeleri etkin, hızlı, sorumlu ve kapsamlı işler yapan birimlere dönüştürdük. Şehirlerimizi hastaneler, yollar, parklar, okullar ile donatarak vatandaşımızın hayat kalitesini yükselttik. Yerel demokrasiyi güçlendirdik. Şehirlerimizin tarihi karakteri büyük restorasyon çabamız ile yeniden ortaya çıkmaya başladı. Şehirlerimiz bugün daha düzenli, daha modern, daha yeşil, daha sağlıklı, daha yaşanabilir yerler haline geldi. Bugün belediyeler, hizmetlerini her vatandaşımıza en son teknoloji ve yöntem ile ulaştırma yarışındadır.
Dördüncü dönüşüm uluslararası ilişkilerde oldu. Ülkemiz, insanımız şimdi uluslararası alanda daha saygın bir konumdadır. Ülkemizin adı artık sadece bölgemizde değil, dünyanın geniş bir coğrafyasında itibar, hürmet ve muhabbet ile anılıyor.
Türkiye, artık siyasi ve ekonomik kriz endişesi içinde olan değil, herkesin geleceğe güvenle baktığı bir ülkedir.
Türkiye, artık sağlıktan eğitime, ulaşımdan konuta, adaletten emniyete kadar her alanda hizmetlerden mahrum olan insanların değil, kaliteli hizmet alan insanların ülkesidir.
Türkiye, artık her sabah bir kriz veya darbe haberi alma korkusuyla yaşayanların değil, çocukları ve ülkesi için geleceğe güvenle bakan insanların ülkesidir.
Türkiye, artık yardım alan değil, yardım eden bir ülkedir. Takip eden değil, takip edilen ülkedir.
Türkiye, artık kıyafeti veya inancı yüzünden okul ve devlet dairesi kapılarından kovulanların değil, her kimliğin, her inancın, her yaşam tarzının serbestçe birlikte yaşadığı bir ülkedir.
Artık vatandaşımız daha müreffeh... Artık vatandaşımız daha özgür... Artık vatandaşımız daha saygın, daha güvenli, daha ümitli...
Cumhuriyetimizin 100. yılı olan 2023, milletimiz için büyük bir hedeftir. Siyasette, ekonomide, kültürde, bilimde, hayat kalitesinde milletimize lâyık çok daha ileri düzeylere ulaşmalıyız. Gayretimiz, çabamız, çalışmamız bu büyük hedef içindir.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri milletin iradesiyle yapılacağı için ülkemiz tarihi bir aşamaya geçecektir.
Milletimizin son 12 yıldır gösterdiği değişim arzusu ve iradesi, bu aşamanın gerçek itici gücüdür. Milletimiz, yapılan bütün tahriklere, komplolara ve saldırılara rağmen Meclis’te tecelli eden iradesine sahip çıkmış, yapılan reformları benimsemiş, dönüşüm ve değişimci hareketi kuvvetle desteklemiştir.
Buna karşılık ne ülkemiz, ne de milletimiz için söyleyecek yeni bir şeyi olmayanları, statükocuları, değişime ve dönüşüme karşı çıkanları ve hatta onları tehdit olarak gören ve gösterenleri sandıkta sürekli reddetmiştir.
Milletimiz, dönüşüm iradesini güçlendirerek devam ettirmektedir. Cumhurbaşkanını kendisinin seçmesi kararını da 2007’de yapılan halkoylamasında muhalefete rağmen kendisi vermiştir. Böylece 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri çok farklı bir anlam kazanmıştır.
Milletimiz son 12 yıldır istikrar ve güvenle devam eden reformların üst seviyelere çıkarılmasını talep etmektedir. Bu seçim, bu kararlılığın bir ifadesi olacaktır.
Yeni Türkiye vizyonumuz bu başarıların üzerine çok daha büyük hedefler ekliyor. Artık demokraside, refahta, şehircilikte ve uluslararası ilişkilerde 2023 hedeflerine doğru yeni aşamalar kaydetmeliyiz.
Bir yandan geriye kalan mahrumiyetleri giderirken, bir yandan da niteliği ve estetiği öne çıkaran yeni işler yapmalıyız. Konutlardan şehir mimarisine, eğitimden sağlığa, kültürden ulaşıma kadar her yerde ve her alanda nitelik ve estetik öne çıkmalıdır.
Perspektifimizi artık dünya ölçeğine oturtmalıyız. Siyasi sınırlarımız bizim medeniyet atılımımızı sınırlamamalıdır. Hoşgörüsüyle, çoğulculuğuyla büyük bir medeniyetin mirasçısı olarak dünyaya açık olmalıyız. Her insan, her bölge, her güzellik bize dosttur. İnsanımızı böyle yetiştirmeliyiz. İşadamımız, sanatçımız, bürokratımız, diplomatımız, öğretmenimiz, akademisyenimiz bakışını medeniyet ufkuna genişletmelidir. Nasıl geçmişte çoğulculuğu başardıysak, gelecek dünyada da çoğulculuğa katkıda bulunan bir Türkiye olmalıdır. Fikir, sanat ve iş dünyamız bu medeniyet mirasını yeni bir bakışa çevirmelidir.
Amacımız, 2023 yılında, yani Cumhuriyetimizin 100. yılında şu dört temel hedefe ulaşmaktır:
Demokrasiyi daha da geliştirmek
Siyasi ve toplumsal normalleşmeyi sağlamak
Toplumsal refahı daha çok yükseltmek
Dünyada öncü ülkeler arasına girmek.


Milletimizden aldığımız yetkiyle, Cumhuriyetimizin 100. yılında tam demokratik, güçlü, zengin ve kalkınmış Türkiye idealini gerçekleştireceğiz.
AK Parti’nin 12 yıllık iktidarı ile başlayan Yeni Türkiye’yi inşa süreci, Cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle birlikte en parlak dönemine ulaşacaktır.
Geleceğin inşası, geçmişle yeniden gerçekçi ve sağlıklı bir bağ kurmayı gerektirmektedir. Biz, tarihimizi bir bütün olarak kucaklıyoruz. İyisi ve kötüsüyle kendimizi tanımanın ve yeniden tanımlamanın zemini olarak kullanıyoruz. Bu sağlam zemin bizim geleceğe uzanma, onu başkalarıyla birlikte inşa etme irademizi güçlendirirken, diğer toplumlarca muhatap alınmamızın teminatını da oluşturuyor. 
Cumhuriyet, bu büyük tarihin ayrılmaz parçasıdır. Cumhuriyetimizin içe kapanmanın, hiyerarşinin ve homojenleşme arayışlarının egemen olduğu bir dünyada kurulduğunu biliyoruz. Günümüzde ise siyasi dinamikler tamamen değişmiştir. Artık dışa açılmanın, eşdüzeyliliğin ve çoğulculuğun dünyasındayız. Yeni Türkiye bu zeminde yoluna güçlenerek devam edecektir.
Hepimiz Osmanlı’nın yan yana yaşayan farklılıklara sahip topluluklarından geliyoruz. 20’nci yüzyılın tüm farklılıkları bir potada eritmeye çalışan tekçi anlayışları ve bunların önümüze koyduğu sorunlar artık geride kalıyor. Farklılıklarımızın zaaf değil güç olduğu bilinci yaygınlaşıyor. Yeter ki o farklılıklara saygı gösterilsin, o çeşitliliğin kıymeti bilinsin.
Gelecek, çok kültürlü ve çoğulcu bir medeniyet tasavvurunu davet ediyor. Bizler bunun bilincindeyiz. Tarihin bize sunacağı her türlü olumlu rol ve işleve talibiz.
Cumhuriyetimizin 100. yılı olan 2023 için tasavvurumuz,
Yeni Türkiye Vizyonu’dur.
Yeni Türkiye Vizyonumuzu bu bildirge ile milletimiz ile paylaşıyoruz. Bu belge, 2023 yolunda devlet yönetimine, siyasete ve dünyaya nasıl baktığımızı anlatan bir belgedir. Bu belge, aynı zamanda ideallerimizi, beklentilerimizi ve hedeflerimizi ifade eden bir belgedir. Bu belgede nasıl bir ülke düşlediğimizi, nasıl bir gelecek hayal ettiğimizi milletimiz ile paylaşmak istiyoruz.
Yeni Türkiye hedefine yorulmadan, bıkmadan, yılmadan ilerleyeceğiz. Milletimiz ile, hangi siyasi görüşten, hangi sosyal, dini, etnik kimlikten gelirse gelsin bütün vatandaşlarımız ile birlikte, can cana, yan yana Yeni Türkiye idealini gerçekleştireceğiz. Sevdamız da, davamız da budur.
Yeni Türkiye, devletin milletiyle, tarihiyle ve coğrafyasıyla barıştığı Türkiye’dir. Kendi tarihinden, kültüründen, dilinden ve coğrafyasından uzak kalan değil, aksine ondan güç alan, onunla gurur duyan bir Türkiye inşa ediyoruz.
Yeni Türkiye, büyümüş, kalkınmış ve güçlü Türkiye’dir.
Yeni Türkiye, daha da çoğullaşan, farklılaşan toplumumuzu kucaklayan Türkiye’dir.
Yeni Türkiye, toplumsal refah, büyük ekonomi, siyasi istikrar ve ileri demokrasi üzerinde yükselen Türkiye’dir.
Yeni Türkiye, her insanının vatandaş olmakla gurur duyacağı dünya devleti Türkiye’dir.
Yeni Türkiye, dünyaya daha açık, daha şeffaf, öncü bir Türkiye olacaktır.
Yeni Türkiye, bölge ve dünya barışına, adalete ve hakkaniyete daha çok hizmet eden bir Türkiye olacaktır.
Yeni Türkiye, dünyaya söz söyleyen, dünya ölçeğinde hareket eden bir Türkiye olacaktır.
Yeni Türkiye, bilgisi, üretimi ve yönetimi ile lider bir Türkiye olacaktır.
Yeni Türkiye, eğitimden kültüre, enerjiden ulaşıma, sağlıktan çevreye her alanda artık dünyaya yeni aşamalar, yeni standartlar getiren, işler yapan bir Türkiye olacaktır.
Yeni Türkiye, üretimden spora, bilimden ihracata kadar dünya markası olan bir Türkiye olacaktır.
Yeni Türkiye, finansta, sağlıkta, eğitimde, kültürde dünyanın cazibe merkezi olan bir Türkiye olacaktır.
Yeni Türkiye; bütün farklılıkları ile birbirini seven, birbirine kenetlenmiş, kendine güvenen, özgür, sorumlu ve erdemli insanlarıyla yeniden dünyanın medeniyet merkezi olan bir Türkiye olacaktır.
Yeni Türkiye, büyük ve öncü Türkiye olacaktır...

Demokratik Yönetim

 

2.1. Demokrasi Anlayışımız
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken amaç muassır medeniyetin üzerine çıkmak, halk iradesini bütünüyle iktidara egemen kılmaktı. 91 yıllık tarihimizde bu hedeften şaşılan dönemler oldu, halka güvenmeyenler oldu, seçkinci anlayışla davrananlar, millete tepeden bakanlar oldu.
Bugün geldiğimiz noktada bu tür vesayetçi anlayışların önemli ölçüde tasfiye edildiğini görmekten, bu tasfiyeyi gerçekleştiren millet temelli siyasi anlayışın bir parçası olmaktan mutluyuz, gururluyuz.
Bizim anlayışımızda siyasetin temel amacı insanın mutluluğu, huzuru ve refahıdır.
Çünkü biz, devlet felsefemizin ruhunu teşkil eden anlayışın, “insanı yaşat ki devlet yaşasın” ilkesi olduğuna inanıyoruz. Bu demokratik vizyonda, devlet milletin efendisi değil, ona hizmet eden bir araçtır. Bizim çoğulcu ve özgürlükçü demokrasi anlayışımız, bireylerin ve toplumdaki farklı kesimlerin bütün yönleriyle kendilerini özgürce ifade ettiği zeminlerin inşa edilmesini gerektirir.
Biz demokrasiyi, halkın geniş boyutlu katılımı ile sürekli geliştirilmesi gereken bir süreç olarak görmekteyiz. Demokrasi hem milletin temsili, hem de ülkenin refahı ve gücü için ideal bir modeldir.
Bizim için demokrasi; çoğunluğun azınlığa, azınlığın da çoğunluğa tahakküm etmediği bir rejimdir. Bizim için demokrasi; çoğulcu bir anlayışla karar süreçlerinin işletildiği, her türlü işlem ve eylemin evrensel hukuk normlarına dayalı objektif kriterlerle denetlendiği, sivil toplum kuruluşları, medya, kanaat önderleri, meslek kuruluşları gibi sivil ve özerk kesimlerin ve örgütlerin özgürce aktif rol oynadığı bir rejimdir.
Cumhuriyet tarihinin en büyük demokratikleşme hareketini başlattık. Demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işlemesi ve ideal anlamıyla uygulanabilmesi için farklı toplum kesimlerine öncülük ederek büyük bir mücadele ortaya koyduk. Vesayetçi anlayışı kırarak, millet iradesinin kurum ve kuruluşlara yansımasını mümkün kıldık.
2023 yolunda ileri demokrasiye sahip ülkelerdeki demokrasi standartlarını yakalamış bir Türkiye hedefliyoruz. Bugüne kadar bu uğurda sarf ettiğimiz gayreti daha da çoğaltmalıyız. Sadece siyasi temsili değil, siyasi katılımı da etkin hale getirecek reformlara imza atmalıyız.
Demokrasiyi sadece siyasi bir model olarak değil, bir kültür olarak hayatımızın her alanında hakim kılmalıyız.
Siyasi parti kurma, partilerin tüzük ve programlarının hazırlanması, partilerin teşkilatlanması, parti içi demokrasinin güçlendirilmesi hususlarında özgürlükçü bir yaklaşımın hakim olmasını sağlamalıyız. Yasaklayıcı ve kısıtlayıcı Anayasa ve yasa hükümlerini değiştirerek, siyasetin alanını daha da genişletip özgürleştirmeliyiz.
2023 yolunda siyasi partileri tek tip teşkilatlanmaya iten yasal düzenlemelere son verilmelidir. Bunun yerine siyasal partilerin serbest bir biçimde kurulması, örgütlenmesi ve propaganda yapması haklarını güvence altına alan, özgür ve demokratik bir biçimde teşkilatlanmalarına zemin hazırlayan yasal düzenlemenin hayata geçirilmesini hedeflemeliyiz.
Demokratik temsilin azami düzeyde sağlanması, demokrasi standartlarının yükseltilmesi, millet ile milletvekillerinin daha da yakınlaşması ve milletin seçtiklerini yakından tanıma ve iletişim kurmasının kolaylaştırılması için gereken yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
2023 yolunda hedefimiz, temel hak ve özgürlükleri her alanda ve evrensel ölçülerde geliştirmek olmalıdır. Devlet-vatandaş ilişkisinin daha sağlıklı hale getirilmesi çok önemlidir. Yaşam hakkı başta olmak üzere inanç ve düşünce özgürlükleri gibi insanın ayrılmaz tabii parçası olan hak ve özgürlükler en geniş manada geliştirilerek, kendisiyle barışık, iç barışını güçlendirmiş, dünyada model olan bir örnek ortaya konmalıdır.
Her türlü insan hakkı ihlaline karşı sıfır tolerans politikası izlemeye devam etmeliyiz. Her türlü insan hakkı ihlalinin, ötekileştirme, ayrımcılık ve dışlama uygulamalarının sona ermesi için oluşturulan mekanizmaların daha etkili çalışmasını sağlamalıyız.

2.2. Yönetim Anlayışımız 
Bizim yönetim anlayışımız milletimize saygı ve güvene dayanır. Halkına sahip çıkan, halkına inanan bir anlayışa sahibiz. Milletin iradesi bizim için en büyük güvencedir, en büyük güç kaynağıdır. Milli iradenin tecellisi ve sürekliliği eksiksiz demokrasinin en önemli özelliğidir. Biz her türlü vesayetçiliğe karşı demokrasinin yanında olduk, olacağız.
Bizim yönetim anlayışımız millet merkezlidir. Milletimizin her bir ferdi bizim için değerlidir. Biz halkımıza asla ayrımcı nazarla bakmadık. Birliği esas aldık, beraberliği esas aldık, milli iradeyi esas aldık. Farklılıklarımızı zaaf olarak değil, zenginlik olarak telakki ettik. Milleti bölen, inkâr eden, sırt çeviren yabancılaşmış bakışlara daima milleti üstün tutan bir duruş ile cevap verdik.
Bizim yönetim anlayışımız uzlaşma kültürüne dayalıdır. Sosyal ve kültürel farklılıkların siyasal alanda kendilerini dile getirmeleri ancak uzlaşma kültürüyle mümkündür.
Bizim için ülke yönetimine etki eden siyasi kültür; çatışma, kamplaşma ve kutuplaşma yerine uzlaşı, bütünleşme ve hoşgörüye dayanır. Onlarca yıldır Türk siyasal yaşamında din-siyaset, din-devlet, devlet-birey, gelenek-modernlik arasında oluşturulan gerilimleri birer birer izale ettik, ediyoruz. Milli iradeyi sınırlı bir alana hapsetmeye çalışan her türlü girişime ve millete yabancı yaklaşıma karşı yılmadan, cesaret ve kararlılık ile mücadele ettik, ediyoruz.
Bizim yönetim anlayışımız, farklılıkların tanınmasına ve uzlaşmasına dayanan birlik siyasetinin eseridir. 2002’den beri; kimliği görmezden gelinen, inkâr, red ve asimile edilmeye çalışılan her bir ferdimizin yanında olduk. Kişisel özgürlükleri, hakları, hukuk devletini ve demokrasiyi milletimizin hizmetinde sürekli genişlettik.
Ayrıştırıcı, ötekileştirici, yabancılaştırıcı her hareketin karşısında olduk, olacağız. Bizim demokrasi davamız, birlik içinde çeşitlilik, çeşitlilik içinde birlik mefhumuna dayanır.
Bizim yönetim anlayışımız, farklı siyasal çizgilerden gelen kişilerin belli değerler ve belli bir siyaset tarzı üzerinde buluşma noktasıdır. Ötekileştirmeyen, ayrım yapmayan, ayrıştırmayan, aksine birleştiren ve kucaklayan siyaset vizyonumuzu yeni aşamalara taşıyacağız.
2002’den beri siyasette, ekonomide, sosyal ve kültürel alanda başardığımız hiçbir reformu toplumun bir kesimi için yapmadık. Milletimizin genel çıkarları, gücü ve parlak geleceği için yaptık. Böylece Türkiye’yi hem büyüttük, hem de Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünün sigortası haline geldik.
Bizim yönetim anlayışımız, eski ve yeni her türlü vesayete karşıdır. Totaliter ve otoriter anlayışları demokratik siyasetin düşmanı olarak gördük. Hiçbir anti-demokratik komplonun milli iradeyi çalmasına izin vermedik.
Hukuk devletinin gereği olarak; siyasal iktidar ile tüm kurumların evrensel değerlere dayalı objektif kurallar ve yasalar ile sınırlanması gerekliliğine inandık. Unutulmamalıdır ki, devletimizin meşruiyeti milletimizin iradesinden kaynaklanır. Bizim için devlet milletine buyuran değil, milletin iradesini gerçekleştiren bir araçtır. Vatandaşını tanımlayan, biçimlendiren, ona tercihler dayatan değil; vatandaşın tanımladığı, denetlediği ve şekillendirdiği bir araçtır. Ancak milletine güvenen ve milletin güvendiği; herkesi dünü, bugünü ve yarını ile kucaklayan bir devlet güçlü bir devlet olabilir.
Bizim yönetim anlayışımız, devleti, kurumları, süreçleri demokrasi ekseninde yerli yerine oturtan bir reformcu anlayıştır. 
Bizim yönetim anlayışımız, ilkeli ve tutarlı olmaya dayanır. 
Millet olarak sahip olduğumuz değerler, ilkeler ve gelenekler noktasında “siyasetin tek limanı vardır, o da ahlâktır” düsturuna sadık kaldık.
Bizim yönetim anlayışımız, durağanlığı ve klişeciliği değil, dinamizmi ve değişimi esas alır. Bunun için 2002 yılından beri Cumhuriyet tarihimizin en büyük değişim-dönüşüm hamlesini başlattık. Türkiye’yi demokratikleştirecek reformlara imza attık.
Bizim yönetim anlayışımız, büyük düşünen bir anlayıştır. Milletimizin günlük hayatta sağlıktan eğitime, ulaşımdan tarıma, enerjiden sanayiye kadar yaşadığı gerçek sorunlara biz el attık. Çetelerle ve illegal yapılanmalarla başarılı bir mücadele verdik. Kıbrıs sorunundan Ermeni meselesine, demokratik açılımdan asker-sivil ilişkilerine kadar çok önemli konularda gelişme kaydedilmesi bunun örnekleridir. Bireysel sorunları çözerken resmin bütününü asla gözden kaçırmadık.
Bizim yönetim anlayışımız çözüm odaklıdır. Türkiye’deki siyaset sistemini tümden gözden geçirdik, siyaset kurumunu bir sorun değil, bir çözüm alanı haline getirdik.
Çözüm odaklı yönetim anlayışımız ile siyaset alanını genişleten, siyaset kurumunun etkisini, güvenirliliğini ve gücünü artıran sessiz bir devrim gerçekleştirdik.
Güçlü demokrasi güçlü millet, güçlü millet ise güçlü devlet demektir. Çünkü demokrasi, milletin her türlü sorununu ve talebini engelsiz iletebildiği ve sorunları çözme yetkisini verdiği hükümeti ve Meclis’i değerli kılan yegâne siyasi modeldir.
2002’den beri milli irade ve demokrasi ekseninde Türk siyasetini normalleştiriyoruz. Bu hedefe yönelik olarak önemli yasal reformlar yaptık. Ülkemizde hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan haklarının gelişmesi, evrensel standartlara kavuşturulması ve bu meyanda siyasal özgürlük alanlarının genişletilmesi yönünde büyük ve önemli adımlar atıldı.
2023 yolunda demokrasimizi daha da güçlendireceğiz. Demokratik siyaset zeminini, çoğulculuk alanını, uzlaşma kültürünü geliştireceğiz. Bugüne dek başardığımız demokrasi ve özgürlükler alanındaki reformları, eski tek tipçi, vesayetçi, paralel kalıntıları bertaraf ederek daha üst seviyelere ulaştıracağız.
Milli birliğimizi, kardeşliğimizi, toplumsal ahengimizi daha da büyüteceğiz. Suni gerilimler ile milletimizi ayrıştırmaya çalışanların önünde dimdik durmaya devam edeceğiz.
Bizim muhatabımız millettir. Bizim muhatabımız gelecektir. Biz geleceğin peşindeyiz. 
Bizim mayamız birliktir. Biz birliğin peşindeyiz.
Bizim çağrımız bir inşa davetidir. Biz inşanın peşindeyiz.
Bizim davetimiz çoğulcu, eşitlikçi ve katılımcı bir demokrasi davetidir. Biz demokrasinin peşindeyiz. 
Her bir vatandaşımız, her bir insanımız bu sürecin parçasıdır. Kader ortağımızdır,  gelecek ortağımızdır, güç ortağımızdır. 
Biz taş üstüne taş koymuş herkesi kucaklıyoruz, kimseyi reddetmiyoruz.
Bu ülkenin her farklı din, mezhep ve etnik köken mensubu ferdi, her farklı düşünce ve siyasi yaklaşım sahibi vatandaşı bizim için eşittir ve bu ülkenin asli sahibidir. Nihai ortak payda vatandaşlık aidiyetidir.
Geçmişi, geriye gitmeyi, statükoyu değil; yenilenmeyi, değişimi ve dönüşümü arayan ve içselleştiren herkes ile beraberiz.
Türkiye’nin geleceğine sahip çıkan herkes ile birlikteyiz.
Yeni Türkiye’yi daha da güçlendirme yolunda birlikte yürüyeceğiz.
Yeni Türkiye için yaslandığımız üç temel ilke vardır:
Demokratik siyaset
Açık toplum
Hukuk devleti.

2.3. Siyasi Dönüşüm 
Bizim değişim ile ilgili iki temel yaklaşımımız vardır: İstikrar içinde gelişim, kazanımları koruyarak değişim.
Cumhuriyet mirası bizim mirasımızdır. Fakat bu, dönem dönem yapılan yanlış, hatalı ve zararlı uygulamaları da onaylamak anlamına gelmez.
Cumhuriyetimizi bir parti değil, millet kurmuştur. Cumhuriyetimizin sahibi de bir parti değil, milletimizdir. Birinci Meclis’e bakmak, bunu anlamak için yeterlidir. 1921 Anayasası pek çok bakımdan devlet ve toplum bütünlüğünü gözeten yapısıyla buna bir örnektir. Cumhuriyet’in olumlu mirasına sahip çıkarak, demokrasimizi dünyanın en üstün standartlarında sürekli geliştirmeliyiz.
Ülkemizin son dönemde başardığı dönüşüm, yeni ve daha ileri aşamalar için bir zemin teşkil etmektedir. Toplumsal ve siyasi değişim elbette siyasal, bürokratik, ekonomik ve kültürel yapıların da dönüşümünü gerektirmektedir.
Bizim baştan beri hedefimiz, zayıflamış ve yer yer kopmuş olan millet-devlet ve kimlikler-devlet ilişkisini olması gereken zemine oturtmaktır. Bunun için ülke olarak üç dönüşümü gerçekleştirmemiz gereklidir:
Siyasi dönüşüm
Toplumsal bütünleşme
Kurumsal dönüşüm.

Demokrasi ve güven, bütün bu dönüşümlerin ortak noktasıdır. Özgürlüğün güven ve güvence içinde yaşanması, yaşatılması ve kurumsal bir çerçeveye oturtulması gerekir.
Siyasi dönüşüm alanında önemli adımlar attık. Daha önce buyurgan, elitist, bürokratik karakteri olan devlet hızla demokratik anlamdaki, milletin hizmet aracı olan devlete dönüşmektedir.
Devlet, yeni dönemde, yetki ve kaynaklarını millet iradesini yansıtmak üzere kullanan ve millet tarafından denetlenebilen şeffaf devlet niteliğine bürünmüştür.
Toplumsal bütünleşme ikinci dönüşüm alanıdır. Şehirleşme, artan eğitim ve refah düzeyleri toplumumuzu dönüştürmektedir. Dolayısıyla, gerek bu süreçlerin ortaya çıkardığı etkileri, gerekse sivil toplumdaki farklı kimlik ve talepleri uyumlaştıracak, milli birlik ve ortak gelecek hedefini gerçekleştirecek bir sosyal dönüşüm de gerekmektedir. Bütün sivil toplulukların, vakıfların var olma, kendi hayat tarzını idame ettirme hakkı bunun için elzemdir.
Kurumsal dönüşüm bu iki dönüşümü hayata geçirecek kritik aşamadır. Ülkemiz değişim ve dönüşümü yaşadıkça, devlet kurumları da toplumun beklentilerine, gelişimine ve iradesine uyumlu bir değişim geçirmelidir. Kurumsal değişim, toplumsal barış için de gereklidir.
Son dönemde eski vesayeti ikame etmeye çalışan yeni aktörler ortaya çıkmıştır. Paralel yapılanma ve bazı yargı unsurları milli iradeyi, onun belirlediği Meclis’i ve doğurduğu siyasi meşruiyeti baypas ederek yeni bir vesayet alanı açmaya çalışmaktadır. Yakın zamanda maalesef devlet kurumlarının uyumunu, işleyişini ve sorumluluğunu zaafa uğratan olaylar yaşanmıştır.
Bu nedenle, ülke olarak önceliğimiz devletin kurumları arasında uyumlu işleyişi ve bütünlüğü sağlamak olmalıdır. Cumhurbaşkanlığı makamı, hem devletin, hem de toplumun bütünlüğünü temsil eden bir makamdır. Milletin temsilcisi ve devletin başı olarak Cumhurbaşkanı’nın görevi devleti, etkin ve uyumlu çalıştırmaktır.
2023 yolunda süreçleri ve kurumları ile milletin menfaati için etkin, uyumlu, verimli çalışan bir kamu yönetiminin tesisi önceliğimiz olacaktır. Milli iradeyi gasp etmeye çalışarak yeni vesayet sistemi kurmaya soyunan her türlü illegal yapı ve akım hukuk içinde engellenecektir. Ulusal çıkarlarımıza halel getirecek kadar ihanet içinde olanlar cezalandırılacaktır. Milli birliğimizi, toplumsal bütünlüğümüzü, demokratik yapımızı bozmaya çalışanlara asla fırsat verilmeyecektir. Milli irade daima en üstte tutulacaktır.

2.3.1. Halkın Seçtiği Cumhurbaşkanı 
Cumhurbaşkanlığı seçimleri Türkiye’de her zaman sancılı olmuştur. Çünkü meşruiyetlerini halktan almayanlar Cumhurbaşkanlığı’nı hep bir vesayet kurumu olarak görmüşlerdir. 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün seçilmesi sürecinde, vesayet odakları yine çeşitli engellemelerde bulundular. AK Parti mensubu bir kişinin Cumhurbaşkanı olmaması için her türlü entrikalara başvurdular. Biz ise, bu vesayet odakları ile bir kere daha mücadele ettik ve Meclis Cumhurbaşkanı’nı seçti. Bu dönemde milli iradenin, demokrasinin ve refahın geliştirilmesi yönünde Türkiye önemli adımlar attı.
Şimdi bu aşamanın ötesine geçiyoruz. 10 Ağustos 2014 tarihinde yapılacak seçimde halkımızın tarihinde ilk defa kendi Cumhurbaşkanını seçecek olması Cumhurbaşkanlığı makamını, dolayısıyla siyasi ve demokratik kültürümüzü dönüştüren, meşruiyeti güçlendiren, devlet ve millet arasındaki ilişkiyi tahkim eden bir gelişmedir.
Cumhurbaşkanı, Anayasa’nın tanıdığı tüm araçlar ve imkânları insan haklarının güvence altına alınması ve demokratik meşruiyetin korunması yönünde kullanacaktır.
Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesiyle ortaya çıkacak yeni durum, daha sağlıklı bir denge ve denetime imkân verecektir.
Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesi ile siyasi katılım süreci daha güçlü ve sürekli hale gelecektir. Yeni Türkiye, devlet-toplum ilişkilerinde milli iradenin belirleyici olduğu, demokrasinin hakim olduğu, devletin toplumla olan ilişkisinin yetki, sorumluluk ve hesap verebilirliğe dayandığı bir devlet olacaktır.

2.3.2. Yeni Anayasa 
Yeni Türkiye’de, halkın Meclis gibi Cumhurbaşkanı’nı da seçmesi demokratik gelişimin çok önemli bir merhalesidir. Mevcut anayasa bu gelişime, toplumsal dönüşüme, Yeni Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu açılımlara imkân verecek felsefede ve yapıda değildir. Mevcut anayasa milletimizin ulaştığı olgunluğa, sahip olduğu beklenti, talep, anlayış ve hedeflere dar gelmektedir. Eski anlayışlar ve yönetim araçları yeni Türkiye’ye uyum sağlayamamaktadır.
Türkiye bugüne kadar pek çok tecrübe etmiştir. İlk anayasa hariç, hepsi ya tek parti yönetiminin veya darbelerin ürünü olmuştur.
Bugün aşmaya çalıştığımız bir çok toplumsal sorunun temelinde bu yanlış anayasal tercihlerin yattığını inkâr etmek mümkün değildir.
Oysa 23 Nisan 1920 Meclisi bu toprakların ilk demokratik, katılımcı, adem-i merkeziyetçi anayasal düzenini inşa etmişti. Hiç bir etnik ayrıma dayanmayan, ideoloji barındırmayan, milletin iradesini siyasal işleyişin merkezine yerleştiren, merkez ile yerel arasında demokratik bir denge kuran bu Anayasa, tam anlamıyla bir toplum sözleşmesi mahiyetindeydi.
Bu Anayasa, parçalanma tehdidi altında olan Türkiye’yi tüm farklılıkları birleştirerek ve aynı hedef doğrultusunda gönüllü olarak harekete geçirerek kurtarmıştı.
Ancak 1924 ve sonraki anayasalar 1920 ruhundan giderek uzaklaştı. Vesayetçi eğilimler ve uygulamalar milli iradeyi dışladı. Millet tarafından sevk ve idare edilmesi gereken devlet, milleti kontrol edecek şekilde yeniden yapılandırıldı. Milli iradenin kendini gösterdiği zamanlarda ise, anayasa gerekçe gösterilerek darbeler yapıldı. Farklılıklar düşman kabul edildi. Tek tipçi bir toplum yaratılmaya çalışıldı. Toplumumuz ayrıştırıldı, kimlik siyasetine mahkum edildi.
Bu vesayetçi ve devlet merkezli bakışın şekillendirdiği mevcut Anayasa ile yolumuza devam edemeyiz. Bu çerçevede 2007’de Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi ile ilgili düzenleme ve 2010’da yapılan halkoylaması ile yargının kısmen de olsa demokratikleşmesi önemli aşamalardır, fakat yeterli değildir.
Mevcut Anayasa demokratik denge ve denetim araçlarına sahip değildir. Temel mantığı, vesayetçi yapıların milletin iradesini denetim altında tutmasıdır. Katı merkeziyetçi yapısı katılımı engellemektedir. Biz, topluma dayatılan, dışlayıcı, toplum mühendisliğine dayanan bu Anayasa’nın tamamen yenilenmesi gerektiğine inanıyoruz.
Türkiye’nin yakaladığı tarihi fırsat, toplumun kendi barışını tesis etmesi, devleti kendi talep ve tercihlerine uygun olarak biçimlendirmesi, geleceğini kendi özgür iradesine göre belirleyebilmesi, son tahlilde dünya barışının güvencesi olabilme fırsatıdır.
Bu tarihi fırsatı ancak toplumsal barışın ve dinamiklerin önünü açan, yüzü geleceğe dönük bir Anayasa sunabilir.
Milletin yüz yıl boyunca verdiği demokrasi mücadelesi, bir yandan cumhuriyetin demokratik kazanımlarını güçlendirirken, diğer yandan bugün bize demokratik bir anayasal düzen oluşturma imkânı vermektedir.
Milletimizin güven duyacağı, milletimizin demokrasi, refah, güç ve gelecek beklentilerini ve taleplerini karşılayacak bir yeni anayasa gereklidir. Milletin güven duygusuna hitap eden, güvence veren bir anayasa mimarisi şarttır.
Yeni Anayasa, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu meydan okumalara cevap veren, ortaya çıkabilecek imkânları halkın yararına değerlendiren bir anayasa olmalıdır.
Yeni Anayasa, en ileri demokrasi anlayışını yansıtan, geniş mutabakatla ve demokratik yöntemle hazırlanan, toplumun bütün kesimlerinin sahipleneceği bir anayasa olmalıdır. Yeni Anayasa; dışlayıcı değil kapsayıcı, ötekileştirici değil kucaklayıcı, ayrıştırıcı değil bütünleştirici, baskıcı değil özgürlükçü, aynılaştıran değil çeşitlilikte birliği savunan, çoğulcu ve özgürlükçü bir anayasa olmalıdır.
İnanıyoruz ve biliyoruz ki, milletimiz yüz yıl önce başardığını bugün de başarmaya, kadim toplum sözleşmesi temelinde geleceğin demokratik Türkiye’sini daha da güçlendirmeye azimli ve kararlıdır.
Yeni Anayasa, yeni bir gelecek demektir. Yeni Anayasa, 77 milyonun tamamının özgürce paydaşı olacağı bir anayasa olmalıdır. Geçmiş deneyimlerden sonuçlar çıkarmalı ve olumlu kazanımları muhafaza etmelidir. Millet siyaset kurumuna inşa emri verirken, 21. yüzyılı doğru okumamızı ve ona hazırlıklı bir inşa gerçekleştirmemizi beklemektedir.
Milletimiz takdir eder de Türkiye Cumhuriyeti’nin 12. Cumhurbaşkanı olarak seçilirsek, bu vizyona dayalı yeni Anayasa’nın hazırlanması için gereken öncülüğü yapmak öncelikli işlerimiz arasında olacaktır.
Demokratik bir Türkiye sadece bugünün değil, yarının Türkiyesi’ne ve gelecek nesillerimize verilmiş bir sözdür, üstlenilmesi gereken bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu bir an önce yerine getirmeliyiz.

2.4. Toplumsal Bütünleşme
Cumhuriyetin kurulmasından sonra, toplumun farklı seslerinin siyasal alanda kendini ifade edebilmesi ancak 1950 seçimleri ile mümkün olmuştur. Bu seçimler ile, her türlü tektipçi uygulamaya karşı çıkan halkımız büyük bir çoğunlukla özgürlüklerden yana tavır koymuştur.
1960 darbesi ve sonrasında gelen askeri vesayet yılları; toplumun normalleşme taleplerinin sürekli başka mecralara saptırılmasına, demokratik devlet ekseninde değil, bürokratik devlet ekseninde değerlendirilmesine yol açmıştır. Halkımız bürokratik devlet karşısında sürekli “edilgen” unsur olarak görülmüştür.
1990’dan 2002’ye kadar hızla değişen dünya konjonktürü çok kutuplu ve çok eksenli yeni dünya algısı, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de değişim ve normalleşme taleplerini taşıma görevi üstlenmiştir. Bu toplumsal taleplere bürokratik devletin tepkisi, 28 Şubat post-modern darbesi ile olmuştur. Ayrıştırıcı uygulamalar, ötekileştirme siyaseti, siyasi ve ekonomik istikrarsızlık; toplumsal bütünlük, birlik ve aidiyet duygularını zedelemiştir.
Bu tepeden inmeci bakış, bin yıldır en mükemmel birlikte yaşama tecrübesini ortaya koymuş, çeşitli din ve inançlara mensup insanımızın arasına mesafe koyacak, çoğulcu kültüre zarar verecek kadar büyük sorunlar doğurmuştur. Siyasi tektipçilik ne yazık ki sadece siyasi bütünlüğü değil, toplumsal bütünlüğü de zedelemiştir.
Biz, hem bu sorunları tamamen bertaraf etmek, hem de yerelden merkeze kadar milli iradenin tam olarak yansımasının önündeki pürüzleri gidermek için harekete geçtik.
Bizim yaklaşımımız sosyal zenginliğimizi baskılayan değil, her bir sosyal kesimin ve kimliğin diğeri ile olan tarihi bağını, ortak gelecek arzusunu açığa çıkaran bir yaklaşımdır. Bunun için 2002’den beri toplumsal bütünleşmeyi sağlayan, toplumsal farklılıkları demokrasi ve çoğulculuk paydasında bir araya getiren bir siyaset takip ettik.
Diğerinin hakkını, hukukunu ve kimliğini dışlayan her türlü dini, mezhepsel, etnik ve bölgesel ayrımcılığı reddettik, reddediyoruz.
Milletimiz teveccüh gösterir ve 12. Cumhurbaşkanı seçilir isek, 2023 yolunda milli birliğimizi, kardeşliğimizi, toplumsal ahengimizi daha da büyüteceğiz. Suni gerilimler ile milletimizi ayrıştırmaya çalışanların önünde dimdik durmaya devam edeceğiz.
Yeni Türkiye’nin toplumun kendi çeşitliliğini, farklarını ve kimliklerini demokrasi, insan hakları ve özgürlükler bağlamında zenginleştirme özelliği Cumhurbaşkanlığımız döneminde daha da pekişerek devam edecektir.
2023 yolunda hedefimiz; etnik, mezhepsel, inançsal her türlü farklılığı kucaklayan, onları evrensel ilkeler ve değerler temelinde demokratik bir ortak yaşam bilincine ulaştıran bir anlayışın hayata geçirilmesidir.

2.4.1. Birlik Siyaseti ve Çözüm Süreci 
Onlarca yıldır devam eden terör sorunu sebebiyle on binlerce vatandaşımız hayatını kaybetmiş, yüz milyarlarca liralık milli servet heba olmuş, güvenliğin yanında sosyal ve siyasi riskler ülkemize büyük zararlar vermiştir. Sorunu görmezden gelen veya bastırmaya çalışan politikalar meseleyi derinleştirmekle kalmamış, toplumsal birlik ve bütünlüğümüze yönelik tehditler oluşturmuştur.
Biz büyük bir devlet ve millet olarak, medeniyetimizin temel değerleri, demokratik cumhuriyet ilkesi ve anayasal düzen dairesinde her sorunu daha çok demokrasi, daha çok vatandaşlık hukuku ve daha çok refah ile çözme gücüne sahibiz.
Siyasal sistem içinde gerilim üreten kronik sorunların, hem ülkeye topyekün enerji kaybettirdiği, hem de ülkenin birlik ve bütünlüğünü tehdit ettiği çok açıktır. Vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini geliştirmek, kimlik sorunlarını hafifletmek, tüm kesimlere siyasi katılım kanallarını açmak, kimseye ayrımcılık yapmadan herkesi eşit vatandaş olarak konumlandırarak ulusal bütünleşmeyi sağlamak sistemin normalleşmesi açısından önemli bir konudur. Devlet-millet arasında örülen duvarların yıkılması, sosyal restorasyonun sağlanması, birlik ve kardeşlik ikliminin güçlendirilmesi ülkenin gerilim alanlarına el atmayı, geçmişten derinleşerek bugüne taşınan meseleleri çözmeyi gerektiriyordu.
Türk-Kürt, Alevi-Sünni ve farklı din mensupları arasında ayrım yapmadan 77 milyon vatan evlâdının tüm sorunlarını çözmek devletin asli görevidir. Bu yönde çözüm perspektifiyle atılan adımlar büyük önem taşımaktadır ve neticeye ulaştırılmalıdır.
Farklı etnik, dini, mezhebi gruplara yönelik gerçekleştirilen reformların üst başlığı olan Demokratik Açılım-Milli Birlik ve Kardeşlik Süreci demokratikleşmeyi ve terörün son bulmasını amaçlayan önemli bir aşamaydı.
Demokratik Açılım süreci, doğal olarak bir anlayış ve paradigma değişimini şart koşuyordu. Statükocu anlayışlar, ulus devleti tektipçi, dışlayıcı, inkâr edici, ayrımcı bir anlayışa indirgiyordu. Bu anlayış, vatandaşının sahip olduğu kimlik özelliklerini zenginlik değil, tehlike olarak konumlandırıyor, bu ise sistem karşıtı enerjinin birikmesini sağlıyordu.
Paradigma ve zihniyet değişimi, yöntem değişimi kadar büyük önem taşımaktadır. Sorunun güvenlik politikalarının yanında çok boyutlu olarak ele alınması nasıl önemliyse, sorunu derinleştiren zihniyetin değişmesi de o kadar önemlidir.
Bu çerçevede bölgesel ilgisizlik ve geri kalmışlık, kimlik düzeyinde ayrımcılık ve dışlayıcılık, etnik milliyetçiliğin ayrılıkçı ve bölücü hedefler taşıyarak silahlı mücadeleye sarılması sorunun temel bileşenlerini oluşturmuştur. Terörü bir yöntem olarak seçerek siyasi hedeflerini gerçekleştirmek isteyenler, aynı zamanda etnik milliyetçiliği siyasallaştırmış ve sorunu farklı bir düzleme taşımıştır.
Meseleye, bölgesel kalkınma açısından sosyo-ekonomik reformlar ve yatırımlar; temel haklar açısından demokratik reformlar; terör açısından güvenlik politikaları bağlamında yaklaşarak tüm yöntemleri devreye aldık.  Red, inkâr, asimilasyon politikalarına son vererek hak ve özgürlükleri tüm yurttaşlar için eşit düzeyde gerçekleştirmeye çalıştık.
Tarihin en kapsamlı demokratik değişim, dönüşüm ve normalleşme süreçlerini uygulamaya koyduk. Doğu ve Güneydoğu’daki illerimizi, yatırım teşvikleriyle, kamu yatırımlarıyla, özellikle eğitim, sağlık ve sosyal yardımlarla destekledik, kayıplarını telafi etmenin gayreti içinde olduk. Toplumun tamamını kucaklayan, temel hak ve özgürlükler alanını genişleten, vatandaşların ülkeye aidiyetlerini ve devlete güvenlerini pekiştiren “sessiz devrim” niteliğinde ileri adımlar attık.
Bizim düşüncemiz her zaman “insanı yaşat ki devlet yaşasın” olmuştur. “Analar ağlamasın” diye başlattığımız çalışmalarda esas olan sadece ulusal güvenliğimizi güçlendirmek değil, aynı zamanda toplumsal birlik ve bütünlüğümüzü daha sağlam hale getirmektir. Hak, hukuk, adalet bizim üzerine titrediğimiz kavramlardır. Bizim düşüncemize göre insanlar, doğuştan, devredilemez ve vazgeçilemez temel hak ve özgürlüklere sahiptir; insanlığın ortak değeri olan bu hak ve özgürlükler, devlet idaresi altında onurlu bir hayat sürebilmenin olmazsa olmazlarıdır.
Paradigma, zihniyet, yöntem ve anlayışın değişimini öngören çözüm süreci Türkiye’nin aydınlık geleceği açısından hayati önemdedir. Demokrasinin, hukukun, hak ve özgürlüklerin, insanlık onurunun daha da geliştirileceği Yeni Türkiye’de bu tür kırılganlık üreten sorunlara yer olmayacaktır.
Devletimizin ilgili tüm birimlerinin koordinasyonuyla yürüyen çözüm süreci, silahsızlandırma ve hayata kazandırma aşamalarıyla birlikte kangren olmuş bir meseleyi gündemden düşürecektir.
Yeni dönemde siyasi partiler siyasi hesaplarla, oy kaygılarıyla değil, daha üst bir sorumluluk bilinciyle bu meseleyi ele almak durumundadır. “Kime yarar”, “kim ne kazanır”, “kim ne kaybeder” gibi politik hesaplar Türkiye’nin umumi menfaatine bugüne kadar zarar vermiş, statükonun çözümsüzlük değirmenine su taşımıştır. Türkiye’nin artık kaybetmeye tahammülü yoktur. Akan kanı durdurmak, anaların göz yaşını dindirmek için atılan cesur adımların milletimizin büyük desteğini alması umut vericidir.
2023 vizyonunda hiç kimsenin kendisini devlet karşısında, devletin kurumları karşısında ikinci sınıf, ezik, ötelenmiş hissetmediği bir Türkiye’yi tasavvur ediyoruz. Her bir ferdin kendisini bu ülkenin eşit vatandaşı olarak hissettiği, bu ülkenin kalkınması için, bu ülkenin ortak idealleri için yüreğini ortaya koyduğu bir Türkiye’yi hedefliyoruz.
Allah nasip eder de Cumhurbaşkanı olursak, çözüm sürecini daha güçlü bir şekilde sürdürmek için ilgili tüm kurumları yönlendirmeye ve toplum kesimlerine bu sürece sahip çıkmaları için gerekli mesajları vermeye devam edeceğiz. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı olarak da, çözüm sürecinin en yakın takipçisi ve destekçisi olacağız.
Bu kardeşlik projesini, bu Türkiye’yi ayağa kaldırma projesini, bu demokratik çözüm sürecini inşaallah hep birlikte nihayete erdireceğiz.

2.4.2. Devlet-Din İlişkisi 
Ülkemizde laikliğin bir tahakküm ve toplumsal mühendislik aracı olarak kullanılması, demokrasiyi, modernleşmeyi ve açıklığı benimseyen toplumumuzda onu tartışma konusu haline getirmiştir. Dolayısıyla demokrasi açığı, laikliğin doğru anlaşılması ve uygulanmasına da engel olmuştur.
Oysa devletin inancı ve etnik kimliği olmaz. Laiklik, aslında dini hayatın serbestiyeti, dini ve inanç içerikli özgürlüklerin güvence altına alınması için geliştirilmiş bir kavramdır. Dini özgürlükler ve serbestiyet bizim medeniyet geleneğimizde de bu anlamıyla asırlarca yaşanmış, yaşatılmıştır.
Devletin belirli bir dini karakterinin olmaması, onun toplumun değerler sistemine bigane kalacağı anlamına da gelmez. Devletin yerine getirmesi gereken ahlâki yükümlülükleri göz ardı etmesini de gerektirmez. Gençliğin, ailenin korunması gibi bu yükümlülükler, dini kaynaklı olsun ya da olmasın toplumsal ahlâkın önemsenmesini ve gözetilmesini gerektirir.
Ülkemizde yaşayan her inançtan, her dinden, her düşünceden vatandaşımızın güvencesi demokratik bir toplum ve devlet düzenidir. Devleti, din-devlet ilişkisi alanına tahakküm eden değil, bu alana güven veren bir araç olarak görüyoruz. Devlet, din ve inanç etrafında örgütlenen vatandaşlarının özgürlüğüne müdahale edemez. Bu özgürlükleri koruyan hukuk, aynı zamanda bu özgürlüklerin istismar edilmesine de engel olur.
Nasıl devlet din üzerinde tahakküm kuramaz ise, dini topluluklar da devlet ve diğer dini gruplar üzerinde tahakküm kuramaz. Dini istismar eden örgütlerin devlet içinde yapılanmasına, paralel devlet yapıları kurmasına, devletin gücünü kendi çıkarları için kullanmasına elbette izin verilemez. Demokratik devlet bunun güvencesidir.
Devletin görevi, dinlerin ve inançların kurduğu ve yaşattığı kurumların, yani sivil toplum örgütlerinin serbestiyetini güvence altına almaktır.
Dolayısıyla devlet-din ilişkisini belirleyen unsur sivilliktir. Toplum kendi dini yaşamını, kendi yorumunu kendisi gerçekleştirmelidir.
Gerek demokratikleşme ve milli iradeyi üstün tutma çabalarımız sayesinde, gerekse son dönemde laikliği dinin üzerinde bir baskı aracı gibi kullanan söylemlerin ve uygulamaların tasfiyesi sayesinde, laiklik gerçek anlamına kavuşmaktadır. Bunlar, bizim devlet ve din arasındaki ilişkinin sağlıklı kurulması hedefimizi güçlendiren gelişmelerdir.
2002’den itibaren bu konulara gerekli önem gösterilmiştir. Örneğin, her mesele gibi, Alevilik konusunda da çözüm niyeti ve azmiyle çalışmalar yapılmıştır. Alevi vatandaşlarımızın yaşadığı sorunlara ilk defa ve en kapsamlı şekilde el atılmıştır. Dersim’de Alevi nüfusa karşı tek parti iktidarının yaptığı katliama ilk defa biz dikkat çektik ve milletin devleti adına özür diledik. Muhtelif çalıştaylarla Alevi kuruluşlarının görüşlerini aldık, sorunlarını birlikte tespit ettik. İyi niyetli, diyalogu önceleyen, sorumlu ve şeffaf bir süreç ile çözüm önerileri geliştirdik.
Bu diyalog sürecini yeni bir ivme kazandırarak devam ettirmeliyiz. Red, inkâr ve asimilasyon politikalarını tamamen ortadan kaldırmalıyız. Daha büyük demokrasi, daha sağlıklı bir hukuk devleti, her vatandaşımız gibi Alevi vatandaşlarımız için de en büyük güvencedir. Bunun için ayrışmacı, ötekileştirici üslubu hiçbir kesimin kullanmasına müsamaha göstermemeliyiz. Bu sürecin istismar edilmesine, çarpıtılmasına müsaade etmemeliyiz. Çoğulcu, sivil ve demokratik bir iklim oluşturmalı; Aleviler’in sorunlarını karşılıklı anlayış, diyalog, vatandaşlık ve ortak gelecek sorumluluğu ekseninde çözmeliyiz.
Farklı dinlere mensup vatandaşlarımızın sorunlarına eğildik. Azınlık cemaatlerin vakıf gibi özerk yapılanmaları üzerindeki kısıtlamaları ve baskıları kaldırdık. İbadete kapalı olan mabedlerin açılmasını sağladık. Bu vakıfların el konulan mülklerinin iadesini sağladık.
Milletimiz bize Cumhurbaşkanlığı makamını tevcih ederse; siyasi ve hukuki serbestleşme için olduğu kadar; hoşgörü, birlikte yaşama, ortak mirasımızın demokrasi ve çoğulculuk ekseninde güçlendirilmesi için de çabalarımızı artırarak sürdüreceğiz.
Eşsiz çoğulcu medeniyet mirasımızı çağdaş standartlar üzerinde harekete geçirmek zorundayız. Böylece sadece ülkemiz için değil, bütün bölgemiz, İslâm dünyası ve dünya için büyük bir örnek ortaya koymuş olacağız.

2.5. Adalet ve Yargı 
Bizim tarihimiz, adalet kavramının siyasetin merkezinde yer aldığı bir tarihtir. Devlet iktidarı, adalet ile meşru kabul edilmiştir. Bu yüzden adalet sadece bir yargı teşkilatının değil, devletin muhatap olduğu bir talep mahiyetindedir.
Başta devleti ve milletin birliğini temsil yetkisine sahip Cumhurbaşkanı olmak üzere, TBMM, hükümet, yargı ve sair kurumların tamamı toplumun ve bireylerin adalet talebinin muhatabıdırlar. Zira adalet bu kurumların adil ve eşitlikçi tutumlarıyla mümkün hale gelir, aksine tutumlarıyla da ortadan kalkar.
Adalet toplumsal olduğu için, millete ait yargılama yetkisi de tüm farklılıkların yansıtılması suretiyle kullanılabilir. Ancak bu şekilde tüm farklılıkların güven kaynağına dönüşebilir.
Adalet teşkilatı toplumun adalet beklentilerine cevap verme hedefine göre yapılandırılmadığı sürece, hiç bir kural veya mahkeme gerekçesi adaleti sağlayamaz.
Milletin iradesine uygun olarak kabul edilmiş toplumsal düzen kuralları ve anayasal düzen adaletin kriterlerini üretmelidir. Bu kriterler hiç kimsenin veya hiç bir grubun değil, milletin iradesi ile şekillenmelidir. Toplumun adalet beklentisini, ancak yine toplumun meşru kıldığı, katıldığı ve kabul ettiği evrensel değerleri ihtiva eden hukuki referanslar sağlayabilir.
Bu da başta anayasa olmak üzere hukuk düzenimizin tamamını, tek parti dönemi ile darbe yasalarından ve onların kalıntılarından temizlememizi zorunlu kılmaktadır. Ancak bize göre bu da yetmez. Zira hukuki referanslar ne kadar mükemmel olursa olsun, eğer bunu uygulayacak yargı teşkilatı milletin yansıması mahiyetinde değilse, demokratik olarak yapılandırılmamışsa, ideolojik bir misyona veya farklı çıkar gruplarının amaçlarına hizmet eder.
Maalesef bu tür olumsuz örnekleri yakın zamanda yaşadık. Adalete odaklanamayan yargı, siyasallaşmaya başlamaktadır. Bundan siyaset kadar yargı da kaybetmektedir. Yargı ancak demokratik bir yapıya sahip kılınırsa siyasallaşmadan kurtulabilir. Hem Batı demokrasi tarihi, hem de bu coğrafyanın tarihi bize bunun altyapısını sunmaktadır.
Ülkemizde 2010 referandumuyla birlikte bu yönde önemli adımlar atıldı. Bu meyanda Anayasa Mahkemesi’nde kısmen gerçekleştirdiğimiz demokratikleşmenin sonuçlarını bugün görmekteyiz. Ancak bunun yeterli olmadığı, yargının geri kalan kısmında gördüğümüz uygulamalardan rahatlıkla anlaşılabilir.
Yargı teşkilatı milletin tüm farklılıklarının yansıyacağı, hukuka ve adalet idealine uygun yargılamayı sağlayacak bir şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.
Yargının en üst mercileri TBMM üzerinden demokratik meşruiyete kavuşturulmalıdır. Bu şekilde yargı ile millet arasında bir benimseme ve katılım ilişkisi sağlanmış olacaktır.
Bizim düşüncemize göre, bu şekilde çoğunluğun veya azınlığın tahakkümüne dayanan bir yargının önüne geçilmiş olur. Böylece azınlık veya çoğunluğun güven duyabileceği ve hakem sıfatını haiz bir adalet mekanizması kurulabilir.
Cumhurbaşkanlığı, devlet kurumlarının uyumlu çalışmasını sağlamak yanında, yargının demokrasi ile olan bağının güçlendirilmesinde de rol sahibidir.
Milletimiz bize Cumhurbaşkanlığı vazifesini verdiği takdirde bu rolü en etkin şekilde yerine getireceğiz.
Vatandaşımızın hak ve hukukunun gözetildiği, ona güven veren bir adalet sistemini birlikte tesis edeceğiz.
Biz yaratılanı Yaradan’dan ötürü seven bir medeniyete mensubuz. Kim olursa olsun, her insanı saygın ve değerli gören bir geleneğin temsilcileriyiz.
Biz hiçbir vatandaşımıza, hiçbir insana ayrılık nazarıyla bakmadık. Zaten demokratik anlayış da herkese eşit mesafede olmayı gerektirir.
İnsanımız her şeyin önünde gelir. Güçlü bir devlet; vatandaşının kendini güvende, güvencede hissettiği, mutlu ve gelecekten umutlu olduğu devlete denir.
2002’den beri devlet-millet birliğini sağlamaya, toplumumuzun her sorunuyla yakından ilgilenmeye, yeni yaklaşım ve çözümler üretmeye kendimizi adadık.
Bizim siyasetimiz hizmet siyasetidir. Millete üstten bakarak, hizmet lutfetmek değil, milletten aldığımız yetki ve gücü millete hizmet için kullanmaktır. Bunun için sorun çıkaran değil, sorun çözen bir anlayışla büyük dönüşümü başlattık.
Ülkemiz, bizim iktidarımızda bir refah devleti haline geldi. Eğitimden sağlığa, sosyal desteklerden kültüre kadar her alanda vatandaşımızı üstün tutan bir yaklaşımla hareket ettik.
Kimsesizlerin kimsesi olduk. Sessiz yığınların sesi olduk. Yurdun en ücra köşesindeki dar gelirli ihtiyaç sahibi vatandaşımıza ulaştık. Devletin şefkat elini uzattık. Sosyal devlet anlayışımızın bir gereği olarak, dar gelirli kesimlerimizin hayat standartlarını yükseltecek sağlıktan sosyal güvenceye kadar pek çok alanda reformlar yaptık.
Engellilerimize, korunmaya muhtaç çocuklarımıza ve dezavantajlı kesimlere yaşama sevinci duyarak sosyal hayata bağlanmalarını sağlayan pek çok uygulamayı hayata geçirdik.
Yeni Türkiye yolunda çağdaş bir sosyal devlet olmanın gereklerini yerine getirmeye asla durmadan, duraksamadan devam etmeliyiz.
Yeni Türkiye, aileden başlayarak yakın çevresiyle, toplum ile bütünleşmiş, sosyal çevresinde mutlu ve huzurlu bir hayat süren, eğitimli, sağlıklı, donanımlı ve özgüvenli insanlardan oluşan güçlü bir toplum olma yolunda kararlılığını sürdürmelidir.
Yeni Türkiye, Cumhuriyetimizin 100. yılında demokrasi kalitesiyle, bireysel özgürlükleriyle olduğu kadar, insan kalitesi ve toplumsal bütünlüğü ile dünyada model olarak gösterilen bir Türkiye olmalıdır.

Refah Toplumu


3.1. Toplumsal Refah 
2023 vizyonumuzda insanımızın kaliteli, güvenli, modern ve hızlı hizmet görmesi temel hedefimiz olmalıdır. Sosyal devlet ilkesini en ileri düzeyde hayata geçirmeliyiz. Bunun için her bir hizmet alanında büyük atılımlar ve reformlar yapmaya devam etmeliyiz. Dünya standardında işler yapmaya ve insanımıza daha büyük bir şevkle hizmet etmeye devam etmeliyiz.
Daha müreffeh Yeni Türkiye için 2023 hedeflerimiz yol gösterici olmalıdır. Burada bunların bazılarını sıralamak istiyoruz.
Eğitim, güçlü bir toplum hedefini gerçekleştirmek için en öncelikli alandır. İnsanı eğitimli olan bir toplum, dünyaya söz söyleyen, dünyada saygın olan, dünya çapında iş yapan bir toplumdur.
Eğitim sadece okullar, derslikler inşa ederek, sınıfta öğretim yaparak verilmez. Asıl ihtiyaç, uygarlık değerlerimizin benimsetilmesinin, demokratik, bilinçli ve donanımlı bir insan olma idealinin özümsenmesinin sağlanmasıdır.
Eğitim alanında büyük reformlar yaptık. Genel bütçeden en büyük payı eğitime ayırdık. 2002 yılında eğitim bütçesi 11,3 milyar TL iken, bu rakam 2014 yılında 7 kat artarak 78,5 milyar TL’ye yükseldi.
Ücretsiz ders kitaplarından tabletlere, etkileşimle tahtalardan modern sınıflara kadar pek çok icraatı gerçekleştirdik. 11 yılda 1 milyar 754 milyon ders kitabını ücretsiz dağıttık. Öğretmenlerimizin sayısını ve niteliğini yükseltecek bir çok çalışma yaptık. Öğretmen maaşlarını %317 artırdık. İlköğretim ve ortaöğretim öğrencilerinin aylık burs ücretini 58, yükseköğretim burs ve kredi miktarını ise %478 oranında yükselttik.
Eğitim herkesin hakkıdır. Bunun için gerek eğitim altyapısında, gerekse eğitimin içeriğinde demokrasi, etkinlik ve bilgi temelli yenilikler gerçekleştirdik.
28 Şubat postmodern darbesi ürünü olan 8 yıllık kesintisiz eğitime son verdik. 4+4+4 kademeli eğitim sistemini getirerek, ebeveyn taleplerini dikkate alan seçenekli ve esnek eğitime geçtik.
Yükseköğretim bütçesini 8 kat artırdık. 81 ilimizin hepsinde üniversiteler açtık. Üniversite sayısını 76’dan 175’e çıkardık. Akademik personelimizin sayısını %72 artırdık. Üniversiteye girişte katsayı haksızlığına son verdik. Üniversite öğrencilerimize yurt, burs gibi pek çok destek sağladık. Harçları kaldırdık.
2023 yolunda eğitim, hayatın her alanını genişleten, yükselten, kalkındıran bir önceliğimizdir. Dünya ile rekabette kaliteli, özgün, yaygın ve bilinçli eğitimi en büyük avantajımız haline getirmeye kararlılıkla devam etmeliyiz. Çünkü günümüz dünyasında en büyük zenginlik kaynağı yetişmiş insan gücüdür. Vatandaşlarımız bilgiyi üretebilmeli, eyleme dönüştürebilmeli ve yönetebilmelidir.
2023 yolunda kendi geleneğine değer veren, o geleneğe yaslanarak evrensel düşünce ve değerlere açık insanlar yetiştirmeliyiz.
Bunun için sadece yeterli ve kaliteli eğitim altyapısını oluşturmakla kalmamalıyız. Bilgiyi bilince, bilinci erdeme, erdemi eyleme çeviren Okuyan,düşünen,uygulayan ve neticelendirmeyi önceleyen bir müfredatı geliştirmeye devam etmeliyiz.  Kaliteli, bilinçli ve öncü eğitimciler yetiştirmeliyiz.
Sağlık alanında da insanımıza kaliteli ve yaygın hizmet sağlayarak dev bir dönüşüm gerçekleştirdik. Sağlığa her zaman büyük bir öncelik verdik.
Sağlık sektörünü çile sektörü olmaktan çıkardık. Parası olmayanların hastanelerde rehin alındığı dönemler tarihe karıştı. Fakir fukarayı görüp gözeten bir sağlık devrimi yapıldı. Kamu hastanelerini birleştirdik. 37 milyon SSK’lının kamu hastanelerinden hizmet almasına imkân verdik. Kamu hastanelerini tek çatı altında birleştirerek 37 milyon SSK’lının kamu hastanelerinden hizmet almasına imkân verdik. Üniversite ve özel hastane kapılarının bütün vatandaşlarımıza açılmasını sağladık. 18 yaşın altındaki tüm nüfusun ve eğitim görenlerin, sosyal güvence aranmaksızın Genel Sağlık Sigortası kapsamına alınmasını sağladık. Aile hekimliğini hayat geçirdik.
Artık vatandaşımız her eczaneden ilaç alabiliyor. Hastane kuyrukları tarih oldu.  Modern, düzenli ve konforlu hastaneler inşa ettik. En son teknolojiyle sağlık kuruluşlarımızı donattık. Doktor görmeyen en ücra köşelerde bile artık uzman doktorlarımız var. Yatağa bağımlı hastalarımıza evde sağlık hizmeti veriyoruz. Türkiye’yi helikopter ve uçak ambulanslarla tanıştırdık.
Devletin sağlık alanında yaptığı toplam harcama miktarını %422 oranında artırdık. Sağlık Bakanlığı’na ayrılan bütçeyi 8,5 katına çıkardık.
Sağlık sektöründe çalışan sayımızı iki kat artırdık. Sağlık personelinin ülke genelinde dengeli dağılımını sağladık.
Dev şehir hastanelerinin yapımına başladık. 26 ilimizde 34 adet şehir hastanesi yapıyoruz. Her bir şehir hastanesinin içinde kadın doğum ve çocuk hastanesinden ruh sağlığı hastanesine kadar bir çok hastaneler yer alacak. Hasta karşılamadan başlayarak tüm tedavi süreçlerindeki hizmetlerin beş yıldızlı otel konforunda sunulacağı şehir hastaneleri ile vatandaşlarımızın hastane algısı değişecek.
Bu reformlar ile sağlık sistemimiz bugün dünyada özgün bir model olarak örnek alınıyor.
Cumhuriyetin 100. yılında Türkiye’yi, sadece kendi halkı için değil bölge ülkeleri için de bir sağlık üssü haline getirmeliyiz. Fert ve toplum sağlığının en üst düzeyde korunduğu, sağlık sorunlarına en hızlı ve en etkili çözüm sunulan bir Türkiye tasavvur ediyoruz.
Adalet ve emniyet hizmetlerinde de büyük aşamalar kaydettik. Vatandaşımızın evinde, sokağında, şehrinde güven ve emniyet içinde yaşaması için asayiş hizmetlerini geliştirdik. Güvenlik hizmetini, özgürlüğün korunması ekseninde ve toplumsal desteği içeren bir zihniyetle yeniden tasarladık.
Her türlü organize suç örgütü ve çeteyi çökerttik. Böylece vatandaşımızın devlete olan güveni pekişti. Faili meçhul olayları geride kaldı, geçmişin faili meçhullerini aydınlatmaya çaba gösterdik. İşkenceye sıfır tolerans politikamız ile polis merkezleri ve jandarma karakolları vatandaşımızın güvenle gittiği merkezler haline geldi. Emniyet birimlerimizde nitelikli personel yetiştirilmesine büyük önem verdik.
Adalet hizmetlerini de lâyık olduğu düzeye eriştirdik. Mahkemeleri bodrum katlarından adalet saraylarına taşıdık. Adalet hizmetlerini internet ortamına taşıyarak vatandaşımıza büyük kolaylıklar sağladık. Hakim ve savcı sayılarını artırdık. Hakemlik, denetimli serbestlik gibi yenilikleri hayata geçirdik. Kamu Denetçiliği Kurumu’nu kurduk. Davaların daha kısa sürede sonuçlanması için yüksek yargı organlarının yapısını güçlendirdik.
2023 hedefimiz; güvenlik hizmetlerinin özgürlükleri tam olarak koruduğu, insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğünü şiar edinen, suç ve suçlularla mücadelede en ileri teknolojileri kullanan, bilgili, nitelikli, iyi ahlâklı, profesyonel bir güvenlik anlayışı ve personeline sahip olmaktır.
Kültür, tıpkı eğitim gibi sadece insan hayatına etki eden değil, insanı inşâ eden bir alandır.
Türkiye’nin tarihinden ve üzerinde bulunduğu coğrafyadan miras aldığı medeniyet bugünkü dünyanın belirleyici bir rengidir.
Binlerce yılın oluşturduğu dünya ortak mirasına yazılı ve sözlü olarak, edebiyattan müziğe, mimarlıktan felsefeye kadar kültür inşa eden ve yayan bir aktör olarak da katkıda bulunduğumuz bir gerçektir.
Güçlü bir toplum; güçlü düşünceler, işler, ürünler ve değerler demektir. Değerleri olmayan, geleneği bulunmayan, geleneğini gününe taşıyıp yeniden üretemeyen bir toplum dünyaya söz söyleyemez, geleceğe anlam katamaz.
Kültür, bizi birbirimize olduğu kadar, geçmişimizi bugüne ve bugünümüzü de geleceğe bağlayan en önemli bağdır.
Tarihi ve kültürel mirasımızı korumak, bizi biz yapan, bizi başkalarından ayıran, bize has özelliklerimizi ve güzelliklerimizi bizden sonraki nesillere aktarmak için çok önem verdiğimiz bir meseledir.
Tarihi ve kültürel eserlerimize sahip çıktık. 19.000 yazma eserimizi katalog haline getirdik. Yurtdışına kaçırılan 4141 eserimizi ülkemize getirdik. Kültürel varlıklarımızı korumak için 755 milyon TL destek sağladık. Müzeciliğimizi geliştirdik. Müze ziyaretçi sayımız 4 katına çıktı. 25 farklı ülkede ülkemizin kültürünü tanıtan 32 Yunus Emre Türk Kültür Merkezi açtık.
Vakıf eserlerimize yurtiçinde ve dışında sahip çıktık. 2003-2013 yılları arasında yaklaşık 4.000 adet vakıf eserinin restorasyonunu veya onarımını yaptık.
2023 yolunda toplumda var olan bütün kültürel dinamiklere eşit bir yaklaşım üretilecektir. Devlet, bütün kültürel kimliklere demokratik bir perspektifle yaklaşacaktır.
2023 hedefimiz, devletin, sivil toplumun kültürel çalışma ve gelişimine destek sağlaması, aynı zamanda kültürel faaliyetlerin toplumsal birliği güçlendirmek ve yeni bir uygarlık sentezi oluşturmak yönünde rol oynamasına öncelik vermesi olmalıdır.
Bu bağlamda, her inançtan kişilerin kurduğu ve her tür sosyal amaca hizmet eden vakıfları sadece çok önemli bir kültür mirası olarak değil, aynı zamanda sivil toplumun kendini örgütlediği çoğulcu, demokratik bir yapı olarak telakki ediyoruz. Bu anlayış ile vakıf mirasımızı korumalı, yaşatmalı ve yeniden üretmeliyiz.
2023 yolunda, geleneğimizden güç alarak, yeni bir uygarlığın inşasına başlamalıyız.
Kültürel değerlerimizi dünya değerleriyle harmanlayarak yeni bir senteze ulaşmalıyız. İnsanımız kendi değerlerine sahip olmanın verdiği özgüven ile bütün dünyayı kendi bilgi ve iş sahası olduğu kadar, kültürel etkileşim alanı olarak da görmelidir.
Gençlerimiz bugünün enerjisi, yarınının ise güvencesidir. Ülkemiz, bu hazineye diğer ülkelere kıyasla daha fazla sahiptir.
Gençlerimizin hem aile içinde, hem yaşadıkları çevrede, hem okullarda ve sosyal mekânlarda iyi yetişmeleri, bilinçli birey olmaları, kültür ve spor ile hem ruhen, hem de bedenen güçlenmeleri için pek çok işler yaptık.
Gençlik ve spor yatırım bütçesini 15 kat artırdık. Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun bütçesini 87 oranında artırdık. 2002 yılına göre yurt yatak kapasitemizi 2 katına çıkardık. Yurtlarda koğuş sistemini terk ettik. 1-3 kişilik odalardan oluşan otel konforunda yurtlar inşa ediyoruz.
175 gençlik merkezinde 510.000 aktif üye sayısına ulaştık. Yeni yapılacak merkezler ile aktif üye sayısını milyonlara ulaştırmayı hedefliyoruz.
Pek çok şehrimizde dünya çapında spor tesisleri inşa ettik. Spor tesislerini ilçelerimize, semtlerimize ve mahallelerimize kadar yaygınlaştırdık. Dev uluslararası organizasyonları başarıyla düzenledik. Lisanslı sporcu sayısını 17 kat artırdık.
2023 yolunda bugüne kadar gençliğimiz ile ilgili yaptığımız tüm çalışmaları daha ileri aşamalara taşımalıyız.
Teknolojiyi iyi kullanabilen, kendi diline hakim, en az bir yabancı dili iyi konuşabilen, gelişime açık, yaratıcı fikirlere sahip bir gençliği yetiştirmek için 12 yıl boyunca etkin politikalar ürettik ve icraata geçirdik. Bunların takipçisi olacağız.
Gençlerimizi alkol, uyuşturucu ve diğer zararlı alışkanlıklardan korumak için gerekli tedbirleri her zaman aldık, kararlılıkla almaya devam edeceğiz.
Seçme hakkını verdiklerimize seçilme hakkını da vermeliyiz. Bunun için gençlerimizin seçilme yaşını 18’e düşürmeliyiz.
2023 yolunda milli ve manevi değerlerine bağlı, ahlâklı, etkin, girişimci, donanımlı, evrensel değerler ile kendi tarihinden aldığı değerleri harmanlamayı bilen bir gençlik tasavvur ediyoruz. Ülkemizi yarınlara taşıyacak olan gençliğimiz, bölünmez vatan toprağının üstünde ve bayrağının altında yaşayan her bir insanın farklılıkları ile birlikte bir zenginlik olduğunu bilen bir gençlik olmalıdır.
Cumhuriyetimizin 100. yılında gençliğimiz, tarihinden aldığı güç ile insanlığa ve ülkesine huzur, barış, refah ve kardeşlik getirmelidir. Dünyanın yaşatmakta güçlük çektiği erdem bilincini gençlerimiz sergilemelidir. Bölgesinde örnek olan öncü Türkiye’yi örnek gençlerimiz inşa edecektir.
Kadınlar gelecek vizyonumuzun en önemli unsurlarındandır. Kadınların hakları, refahı, sosyal hayatta karşılaştığı engellerin ortadan kaldırılması Yeni Türkiye hedefimiz için vazgeçilmezdir.
Kadınların önündeki sosyal engelleri kaldırmak için kadın-erkek fırsat eşitliğini hukuki güvenceye kavuşturan, pozitif ayrımcılığı öngören düzenlemeleri gerçekleştirdik. Kadınlara gelir desteği sağlayan, onların girişimciliğini teşvik eden uygulamaları hayata geçirdik. Kadınlara yeni istihdam imkânlarının sağlanması amacıyla teşvikler vermeye başladık.
Kadına karşı şiddetle mücadelede “sıfır tolerans” ilkesini gözettik. Bu çerçevede aile içi şiddetin, töre ve namus cinayetlerinin engellenmesi için hukuki altyapıda büyük ilerlemeler sağladık.  Kadınlarımızın olduğu kadar kız çocuklarımızın da niteliklerinin geliştirilmesi için çok önemli işler yaptık.
Dini inançları yüzünden ayrımcılığa uğrayan, başörtüsü yüzünden eğitim özgürlüğü kısıtlanmış, zulme uğramış kadınlarımıza haklarını iade ettik. Kamu kurumlarında başörtüsü ile çalışma serbestiyeti getirdik.
2023’e giden yolda kadınlarımızın toplumsal konumlarının güçlendirilmesi için daha çok ve yaygın işler yapılmalıdır. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, sosyal yardım gibi alanlarda kadınlarımızı odak alan yeni politikalar geliştirilmelidir.
Siyasi hayatımız boyunca kadının toplumsal ve siyasal hayatta yer edinmesine özel bir önem verdik. Siyasette bulunduğumuz her basamakta kadınların etkin olması için gösterdiğimiz gayret zaman zaman geçmişte içinde bulunduğumuz hareketler içinde eleştirilmemize sebep oldu. Hatta kota sisteminin kadınlara kısıtlayıcı bir sınır çizdiğini düşünerek, kadının toplumda ve siyasette hiçbir kotaya tabi olmaması gerektiğini ifade ettik. Ayrıca kadının ailedeki rolü ile bir birey olarak gelişmesini birbiri ile çelişen statüler olarak gören suni ayrımların aşılması için büyük çaba gösterdik.
Cumhurbaşkanı seçilmemiz halinde, kadının bireysel ve toplumsal olarak daha da güçlenmesi için üretilen politikaları himaye edeceğiz.
Aile, toplumumuzun temelidir. Toplumsal yapının sağlıklı bir biçimde devamının sağlanması, değerlerin ve ilkelerin kuşaklar arasında sağlıklı bir biçimde aktarılabilmesi, bireyin sosyal uyum süreçlerinin sağlanması için vazgeçilmez öneme sahiptir. Bir milletin aile yapısı ne kadar güçlüyse, o millet o kadar güçlüdür.
Amacımız, ailenin huzur ve refahını güçlendirmek, onu her türlü yıkıcı etkiye karşı korumaktır.
2011 yılında, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nı kurarak hem kadınlar, hem de aile kurumumuzla ilgili pek çok sosyal politika geliştirdik.
Evlilik çağına gelmiş ve aile kurmak amacıyla bir araya gelen çiftlerin evlilik hayatına hazırlanmaları için Evlilik Öncesi Eğitim Programı’nı başlattık. Bu programın belediyelerin de desteğiyle ülkemizin her yanına yaygınlaştırılması hedefleniyor.
Evlat edinme oranını iki katına çıkardık. Sevgi evlerinin sayısını 15 kat artırdık.
2023 yolunda aile kurumunu güçlendiren, evlilik anlayışını her türlü olumsuzluktan koruyan ve güçlendiren, aile bütünlüğünü muhafaza eden politikalar geliştirilmelidir.
Sosyal destekler son 12 yılda başardığımız bir diğer dev dönüşüm alanıdır. Sosyal devlet, refah devleti anlayışını biz tesis ettik. Sosyal yardımlara ayrılan kaynağı 15 kat artırdık.
Dar gelirli ailelere ve bireylere biz el uzattık. Bunu, kapsamlı, bütüncül ve etkin kurumlar, politikalar ve destekler aracılığıyla yaptık. Dar gelirli, engelli, yaşlı, dul, yetim, gazi, şehit yakını olan vatandaşlarımızı gözeten uygulamaları biz hayata geçirdik. Yoksullukla mücadelede büyük mesafe aldık.
Engellilerimizin her türlü sorununa el attık. Engelli maaşı alanların sayısını iki katına çıkardık. Kamuda engelli istihdamını 5 kat artırdık. Engelli çocuğu olan annelere erken emeklilik imkânı getirdik. Engelli çalıştıran işverenlere prim teşviki sağladık. Engellilere kolay emeklilik yolunu açtık. Talep eden emeklilerimize maaşlarının evlerinde ödenmesi kolaylığını sağladık.
TOKİ yoksul ailelerin 20 yıl boyunca 100 TL taksit ödeyerek sahip olabileceği sosyal konutlar yapıyor. Bu konutlardan faydalanan vatandaşlarımızın sayısı 3 milyonu geçti. 2 milyonu aşkın haneye her yıl düzenli olarak yakacak yardımı sağlıyoruz. Eşi vefat eden 240 bin kadına aylık 250 TL düzenli nakdi yardım veriyoruz. Yılda 3 milyon çocuğun annelerine şartlı eğitim ve şartlı sağlık desteği verdik.
Her ilde en az bir Sosyal Hizmet Merkezi hedefiyle yola çıktık ve 123 Sosyal Hizmet Merkezi açtık.
2023 için hedefimiz; yoksulluk sorununun asgariye indirildiği, geleceğe güvenle bakan bireylerden oluşmuş, sosyal barış içinde dinamik bir Türkiye olmalıdır. Koruyucu ve önleyici sosyal hizmetleri arttırarak kadın, çocuk, engelli, yaşlı, şehit yakını ve gazilerin haklarının korunmasına, fırsat ve imkânlardan eşit şekilde yararlanmasına ilişkin toplumsal bilinci yükseltmeliyiz.
Sosyal güvenlik, dev reformlar yaptığımız bir diğer alandır. Emeklilik ve Genel Sağlık Sigortası’nda devrim yaptık. Üç ayrı sosyal güvenlik kurumunu tek çatı altında topladık. Sosyal güvenliğin kapsamını genişlettik. Bütün vatandaşlarımıza eşit, kolay ulaşılabilir ve kaliteli sağlık hizmetini hedef alan genel sağlık sigortası sistemini oluşturduk. Genel sağlık sigortası ile dünyanın en kapsamlı ve en kolay erişilebilir sağlık hizmeti sunan ülkelerinden biri olduk.
İşyeri sayısında yüzde 118, sigortalı sayısında da yüzde 140 artış sağladık. Vatandaşlarımızın SGK’ya olan borçlarını yapılandırdık. Çalışan emeklilerin işyeri sahipleri ile işyeri sahibi emeklilerin ödemesi gereken sosyal güvenlik destek prim borçlarını yapılandırdık, ödemede kolaylık sagladık.
Güçlü toplum, insanlarının bugününü de, geleceğini de güvence altına alan toplumdur. Çalışanını kollayan, çalışamayanını gözeten bir devlet, gerçek sosyal devlettir.
2023 yolunda herkesin gelecek endişesi olmadan, sağlıkla, huzurla ve güvenle yaşadığı bir Türkiye ve sürdürülebilir, etkin ve verimli bir sosyal güvenlik sistemi tasavvur ediyoruz.

3.2. Ekonomik Refah 
Ekonomi, 2002’den beri daima önceliklerimizin başında geldi. Kısır çekişmeleri, yüzeysel yaklaşımları bir tarafa bırakarak, halkımızın ekmeğini büyütmeye ve daha adil paylaşmaya odaklandık. Popülist politikalara asla prim vermedik. Halkımıza ağır bedeller ödeten, kolaycı ve aldatıcı yaklaşımlara asla kapı açmadık.
Nasıl siyasetimizin merkezini milletimizin iradesi olarak belirlediysek, ekonominin merkezini de milletimizin üretim gücü olarak konumladık. Ekonomi politikalarımızı bütüncül bir bakış açısı içinde, uzun soluklu bir anlayışla oluşturduk ve etkili bir şekilde hayata geçirdik.
Devlet yönetiminde de, siyasette de, ekonomide de “önce insan” prensibiyle hareket ettik. Tepeden inmeci bir modeli dayatmak yerine, insanımızın ve girişimcilerimizin potansiyelini harekete geçirecek işler yaptık.
Demokrasimiz gibi ekonomimiz de güven ve istikrar esasına dayanır. Halkımızın demokratik düzene ve ekonomi yönetimine olan güveni en büyük güvencedir. Son 12 yıldır devam eden istikrar ve güven milletimizin gücüne güç kattı, refahını sürekli artırdı.
Ekonomi politikalarını güçlü bir siyasi irade ile uyguladık. Verdiğimiz sözleri tuttuk. Ne aldanan, ne aldatan olduk.
Çok partili siyasi hayatımızda Türkiye›de ekonomik büyüme ve gelişmeler siyasi reformlar ile eş zamanlı yürütüldüğü zaman başarılı olmuştur. Öncelikle ekonomik ve siyasi reformların eşzamanlı icrasını gerçekleştirdik. 2007 ve 2010 referandumlarında olduğu gibi milletin katılımının önünü açacak demokratik adımları attık. Bunları gerçekleştirebilmek için darbelerle yüzleştik.
Çağdaş normlara dayalı olarak işleyen bir hukuk düzeni, ekonomik kalkınmanın ön şartları arasında yer alır. Can ve mal güvenliğini sağlayan, keyfiliğe kapalı, günübirlik tartışmaların üstünde bir hukuk sistemi, ekonomik aktivitelerin güven ve öngörülebilirlik içinde yürütülmesini sağlar.
Gerçekleştirdiğimiz Anayasa değişiklikleri, yasal düzenlemeler ve özellikle yargı reformu alanında başlattığımız süreç, güçlü bir ekonominin de teminatı niteliğindedir.
Haksız rekabetin önlendiği, fikri hakların korunduğu, tüketici haklarının ihlal edilmediği, sözleşmelere taraf olanlar arasında ayrım yapılmayan bir ortamda belirsizlikler azalır, böylece yatırım, üretim ve istihdam artar.
Sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma, ancak ileri bir demokratik düzen üzerinde inşa edilebilir. Temel hakların korunuyor olması, temel özgürlüklere saygı duyulması, hukuk devletinin bütün kuralları ve kurumları ile varlığı, işleyen bir piyasa ekonomisinin ana dinamiğini oluşturur. Ekonomideki başarıları demokratikleşme çabalarından bağımsız göremeyiz.
Biz bir zihniyet değişimi gerçekleştirdik. Ekonominin ve piyasanın üzerindeki haksız müdahale ve spekülasyonları önleyecek gerekli tedbirleri aldık. Bir taraftan bankacılık sistemini disipline eden reformları yaparken, diğer taraftan mali disiplini sağlayacak adımları attık. Ekonomide Türkiye’nin makro dengelerini sağladık.
Milli gelirimizi neredeyse 4 kat artırdık. Gayri Safi Milli Hasılamız 2002 yılında 230 milyar dolar seviyesinden, 2013 yılı sonu itibarıyla 823 milyar dolara yükseldi. Paramızdan altı sıfırı attık, itibarlı bir para haline getirdik. Bankacılık sektörünü yeniden yapılandırdık. IMF’ye olan borcumuzu sıfırladığımız gibi, IMF’ye kredi de açtık.
Onlarca yıl vatandaşımızın gelirini çalan yüksek enflasyonu tek haneli rakamlara düşürdük. Faiz oranlarını tek haneli rakamlara indirdik. Merkez Bankası rezervlerini 28 milyar dolardan 136 milyar dolara yükselttik. İşsizliği azalttık, gelir paylaşımını daha adil hale getirdik. Bizim Başbakanlık dönemimizde ihracatımız sürekli rekorlar kırdı. 2002’de 36 milyar dolar iken bu yıl 156 milyar dolara ulaştı. Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca toplam 15,1 milyar dolar doğrudan yabancı yatırım çekmişken, bizim iktidarımız döneminde 133,7 milyar dolar yabancı yatırım geldi.
Bütçe disiplininden asla taviz vermedik. İç borcumuz azaldı, bütçe açıkları minimize edildi.
Biz ekonomi politikalarımızı “şeffaflık”, “süreklilik”, “tutarlılık” ve “öngörülebilirlik” ilkeleri üzerine inşa ettik. Politikalarımızı ve elde ettiğimiz sonuçları şeffaf bir biçimde kamuoyuyla paylaştık, tüm uygulamaların birbiriyle tutarlı olmasına özen gösterdik. Temel politikalarda süreklilik sağlayarak, halkımız ve ekonomik karar alıcılar için öngörülebilir bir ortam oluşturduk.
Devlet yönetiminde hesap verebilir bir anlayışı hakim kıldık. Halkın bize verdiği yetkinin, süresi sınırlı bir emanet olduğunun bilinciyle hareket ettik.
Yolsuzluklarla mücadelede güçlü bir irade gösterdik. Hiçbir yolsuzluğun üzerinin örtülmemesi, her türlü iddianın hassasiyetle incelenmesi, bu konulardaki yargı süreçlerinin sağlıklı olarak çalışabilmesi icin yoğun bir gayret ortaya koyduk. Hortumcuların hortumunu kestik.
Ekonomi politikalarımızın temel amacı insanımızın refah ve mutluluğunu artırmak olmuştur. Günümüzün rekabetçi dünyasında insana, insanın niteliklerine, sağlıklı bir sosyal ortama yapılan yatırımların, aynı zamanda ekonomik potansiyelimize yapılan bir yatırım olduğunu bilerek, ekonomi politikalarımızı güçlü sosyal politikalar ile bütünleştirdik.
İstihdam dostu büyüme ile giderek güçlenen bu temel yaklaşım, ülkemizi gerek sermaye, gerekse nitelikli beyinler için bir çekim merkezi haline getirirken, sağlıklı ve donanımlı bireylerden oluşan bir toplum hedefimize de hizmet etmektedir.
Ekonomideki başarımızı daha iyi anlamak için bizden önceki dönemleri hatırlamak yeterlidir. Geçmiş ile mukayese edildiğinde, hemen her alanda olduğu gibi ekonomide de çarpıcı bir dönüşüm gerçekleştirdik.
Ekonimimiz küresel kriz ortamlarında bile büyümeye devam etti. 2002-2013 döneminde yıllık ortalama büyüme oranımız %5,1 oldu. Avro Bölgesi eksi, ABD yüzde 2’nin altında, Brezilya ve Rusya ise yüzde 2-3 bandında büyüme oranları kaydederken, Türkiye için 2013 yılı büyüme tahmini yüzde 3,6’dır. IMF’ye göre Avrupa’da en hızlı büyüyecek ikinci ülke Türkiye’dir.
Bütün bu başarılar ihracatımızı, üretimimizi, istikrarımızı daha da güçlendirerek yeni seviyelere ulaştırdı. Bugün bütün dünyada yaşanan krize rağmen Türkiye’nin performansı tüm dünyanın gıpta ile baktığı bir performanstır.
Bugün Türkiye makro istikrarını ve dengesini sağlamıştır. Önümüzdeki 10 yılda ise bu gelişmesini, büyümesini mikro ekonomik başarılarla taçlandırmalıdır.
2023 yolunda temel hedefimiz; ülkemizin refah seviyesini artırmak, nihai hedefi doğrultusunda büyüme potansiyelini daha da yükseltmek ve istihdamı artırmak olmalıdır.
Türkiye ekonomisi yerelden merkeze gelişen, büyüyen ve güçlenen bir ekonomi olacaktır.

Yerel yönetimlerde gerçekleştirdiğimiz siyasi ve idari reformlara, ekonomik reformlar ile devam etmeliyiz. Her bir kentimizi üretim, yatırım ve istihdam üssü haline getirmeli, dünya çapında marka şehirleri ortaya çıkarmalıyız.
2002 yılından bugüne üretimimiz büyük ölçüde artmış ve Cumhuriyet tarihinin en yüksek rakamlarına ulaşmıştır. Bu hedefimizi gerçekleştirebilmek için öncelikle üretimimizin ithalata bağımlılığını azaltmalıyız.
Ülkemizin enerji açığını kapamak için bütünleşik enerji politikalarını hayata geçirmeli, bölgemizle ve komşularımızla ekonomik sinerji koridorları oluşturmalıyız.
Ekonomimizin dünya ölçeğinde gücünü ve ağırlığını artırmak için katma değeri yüksek, teknoloji yoğun ve küresel ölçekte rekabet edebilecek ürünlere yatırımı hedeflemeliyiz.
Hedefimiz, bilgi toplumuna dönüşmüş, her alanda AB standartlarını yakalamış ve küresel ölçekte rekabet gücü yüksek, güçlü bir Türkiye olmalıdır.
2023 yolunda sağlayacağımız yüksek büyümenin öncüsü yine özel sektörümüz olmalıdır. Özel sektörümüzün önünü açacak politikaları uygulamaya devam etmeliyiz. Bunun için makro ekonomik istikrarın sürdürülmesinin yanında, mal ve hizmet sektörlerinde verimlilik artışlarını getirecek, rekabet gücünü artıracak reformları sürdürmeliyiz.
Üst düzey girişimci, sanayici ve firmalarımızın rekabetçiliğinin artırılması için Ar-Ge, patent ve marka teşvikine öncelik ve destek sağlamalıyız. Yatırım ve istihdamı artırmak için tüketici kredileri yerine ihracat ve proje kredilerine önem ve öncelik vermeliyiz.
Yeni Türkiye yolunda “adalet mülkün temelidir” anlayışı ile çağdaş bir sosyal devlet olmanın gereklerini yerine getirmeye asla durmadan, duraksamadan devam etmeliyiz.
Bu meyanda istikrarlı bir büyümeyi sürdürürken, gelir dağılımında ve refahın bölüşümünde iyileştirmelere devam etmeliyiz. Orta sınıfı daha da güçlendirmeli ve alt gelir gruplarının alım gücünü daha da artırmalıyız.
2011 yılında 2023 vizyonumuzu ilan etmiştik.
2023 vizyonumuzun ana hedefi, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla büyüklüğü bakımından ülkemizin dünyanın ilk 10 ekonomisi içinde yer almasıdır.
Diğer temel ekonomik hedeflerimiz şunlardır:
Enflasyon ve faiz oranlarını kalıcı biçimde tek haneli rakamlarda muhafaza etmek,
Yıllık ihracatımızı 500 milyar dolara yükseltmek,
Kişi başına düşen milli geliri 25 bin dolara ulaştırmak,
Yıllık milli geliri 2 trilyon dolara yükseltmek,
İstanbul’u uluslararası bir finans ve ticaret merkezi haline getirmek.

2023 hedeflerine yönelik olarak bütün milletimizin, kurumlarımızın ve sivil toplumun gayretini çoğaltmalı ve ahenkli bir şekilde yönetmeliyiz. İnsanımız ve ülkemiz bu hedefleri gerçekleştirecek ve aşacak güce sahiptir.
2023 vizyonumuz bütün siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlara büyük bir ivme ve motivasyon kazandırmaktadır. Bugün sadece kamu kurumlarımız değil, özel sektörümüz de stratejilerini ve çalışmalarını bu vizyona göre belirlemektedir.
2023 vizyonumuz açısından önemli olan bazı sektörlerle ilgili tasavvurlarımızı sıralayalım.
Sanayi ve ticaret alanında büyük atılımlar gerçekleştirdik. Yatırım ortamının iyileştirilmesinden ayni ve nakdi desteklere, mevzuatın sadeleştirilmesinden kırtasiyeciliğin azaltılmasına, OSB ve KSS’lerin inşasından alt yapılarının yapılmasına; vergi ve sigorta primi yüklerinin azaltılmasından faiz yükünün hafifletilmesine kadar her zaman sanayicinin, KOBİ’lerin, tüccarın, esnaf ve sanatkârın yanında olduk. Sıkıntıya düştükleri zaman borçlarını yapılandırdık, ödeme kolaylıkları sağladık.
2011 yılından bu yana Sanayi Strateji Belgesi ve Eylem Planı’nı uyguluyoruz.  Eylemlerin % 85’ini gerçekleştirdik. Son 10 yılda sanayimiz düşük teknoloji seviyesinden orta teknoloji seviyesine doğru tırmandı. Önümüzdeki 10 yılda ise yüksek teknolojiye geçiş yapmalıyız.
2023 perspektifimizde girişim gücü yüksek, finansal piyasalara kolay erişebilen, yenilikçi, rekabetçi, ortak çalışma kültürünü benimsemiş işletmelerden oluşmuş bir yapı hedeflemeliyiz. Dışa dönük bir yapı içinde Ar-Ge, yenilik ve nitelikli işgücüne dayalı yüksek katma değerli mal üreten şirketlere sahip, orta ve yüksek teknolojili ürünlerde Avrasya’nın üretim merkezi haline gelmiş bir ülke olmalıyız.
Tarım, ülkemiz açısından çok önemli bir ekonomik sektördür. Vatandaşımızın önemli bir kısmının geçimini sağlayan bir alandır.
Tarımda da büyük bir yapısal değişim ve dönüşüm gerçekleştirdik. Uyguladığımız stratejiler ve verdiğimiz destekler sonucunda sektörde istikrarlı bir büyüme sağladık.
Son 11 yılda çiftçimize yaklaşık 60 milyar TL nakit destek verdik. Başlattığımız yeni projeler sayesinde sektörde katma değer ve verimlilik artışı sağladık.
Tarımsal milli gelirimiz 24 milyar dolardan 61 milyar dolara yükseldi. Tarımsal milli gelir açısından dünyada 11. sıradan 7. sıraya, Avrupa’da ise 4. sıradan 1. sıraya yükseldik. Tarımsal ihracatımız 18 milyar dolara ulaştı.
2023’e doğru ilerlerken temel hedefimiz; nüfusunu yeterli, kaliteli ve güvenilir gıda ile besleyen, tarım ürünlerinde net ihracatçı konumunu geliştiren, rekabet gücünü artırmış, dünyada ve bölgesinde tarım alanında söz sahibi olan bir ülke olmak olmalıdır.
Türkiye, tarımsal ekonomik büyüklük açısından dünyada ilk 5 ülkeden biri olmalıdır. Verimliliği artırarak, tarımsal millî gelirimizi 150 milyar dolar seviyesine, tarım ürünleri ihracatımızı ise 40 milyar dolara çıkarmalıyız.
Ulaşım ve iletişim alanlarında insanımızın ülkemizin içinde ve dışında hareketliliğini, seyahatini, ticaretini kolaylaştıracak büyük işler başardık. Karayolları, demiryolları, havayolları ve denizyollarında dünyada örnek olacak hamleler gerçekleştirdik.
Son 12 yılda kamu yatırımlarında en büyük payı ulaştırma ve haberleşme yatırımlarına ayırdık. Bütün bu yatırımların sonuçlarını ekonomik, sosyal ve kültürel hayatımızı zenginleştiren devasa eserlerde görmek mümkündür.
Karayoluyla ulaşımda güvenliği arttırmak, yollarımızı dünya standartlarında bir kaliteye yükseltmek, yıllardır ihmal edilen bölgelere en iyi karayolu ulaşım imkânını sunmak, bölgesel eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için 2003 yılında 6100 km olan bölünmüş yol ağını 23 bin km’ye çıkardık.
Karayolları alanında büyük projelere start verdik. Üzerinde Körfez Geçiş Köprüsü’nün de olduğu İstanbul-İzmir Otoyolu, Boğaz’ın yeni incisi Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Boğaz’ın altından lastik tekerlekli araçların geçişi için tasarlanan Avrasya Tüneli gibi dev yatırımlar önümüzdeki dönemde hizmete girecek.
Yıllarca ihmal edilmiş olan demiryollarını da biz güçlendirdik. Yüzyılın projesi olarak adlandırılan Marmaray’ı halkımızın hizmetine sunduk. Yüksek Hızlı Tren (YHT) Konya ve Eskişehir’den sonra İstanbul ile de buluşuyor. YHT ağımızı İzmir, Afyon, Uşak, Bursa, Yozgat, Sivas, Erzincan ve Karaman olmak üzere birçok ilimize genişletiyoruz. Bakü-Tiflis-Kars Demir İpek Yolu Projesi tamamlandığında ise, Pekin’den Londra’ya kadar kesintisiz demiryolu ulaşımı tesis edilmiş olacaktır.
Hava ulaşımında da çağ atladık. Ülkemiz havacılığı küresel bir marka haline geldi. Havalimanı sayısını artırdık. Mevcut havalimanlarımızın kapasitelerini geliştirdik. Ülkemizi dünyanın transit merkezlerinden birisi yapma yolunda önemli adımlar attık. Avrupa’nın en iyi havayolu firması olan milli havayolu şirketimiz artık bir dünya markasıdır.
Havayolunu halkın yolu yaptık. 12 yıl önce 34 milyon kişi havayolu ile yolculuk ediyorken, bugün bu rakam 150 milyonu aştı. Yurtiçinde tarifeli sefer yapılan havalimanı sayısını 26’dan 52’ye çıkardık. Milli havayolumuzun yurtdışı uçuş noktalarını 60’tan 236’ya artırdık. Hedefimiz, milli havayolumuzu Avrupa lideri yapmaktır.
İstanbul’da yapımını bu sene başlattığımız üçüncü havalimanı ile bu hedefe yaklaşacak ve Avrupa, Asya ve Ortadoğu arasındaki köprü konumumuzu güçlendireceğiz.
Türkiye artık uydu geliştiren ve üreten ülkeler sınıfına girmiştir. İlk yerli haberleşme uydumuzu 2018’de uzaya göndermeyi hedefliyoruz. Ayrıca uzayda yerini alan 4A ve kısa süre sonra fırlatılacak olan 4B uyduları ile kapsama alanı Afrika’ya kadar genişleyecek.
Denizcilikte de büyük bir atılım gerçekleştirdik. Güçlü bir denizcilik sektörü, dış ticaretimizin gelişmesi, ekonomimizin dışa açılarak dünya ekonomisiyle bütünleşmesi ve diğer ekonomik hedeflerimizin gerçekleşmesi açısından son derece önemlidir. Sektörde ÖTV’siz yakıt uygulamasını başlattık. Böylece kabotajda taşınan yolcu sayısında %64, araç sayısında da %82’lik artış sağlandı. Türk sahipli filomuz dünya sıralamasında 13. sıraya yükseldi. 2003’te 37 olan tersane sayımız 72’ye ulaştı. İzmir Çandarlı Limanı’nın altyapısı tamamlandı. Filyos Limanı ihale süreci devam ediyor. Mersin Konteyner Limanı proje çalışmaları da sürdürülüyor.
Bilgi toplumuna uzanan yolda da 12 yılda çok önemli düzenlemeler ve yatırımlar yaptık. Haberleşme sektörünün liberalleşmesini sağlayarak rekabet ortamı oluşturduk. Bilgi otobanları inşa ederek ülkemizi iletişimde Avrupa’nın ilk 5 ülkesi arasına yükselttik. 2003 yılında sadece 20 bin olan genişbant abone sayısı bugün 33 milyona yaklaştı. Bütün bu düzenlemeler ve yatırımlar sayesinde 2003 yılında 11,5 milyar dolar olan bilişim sektörü büyüklüğü, bugün 47 milyar doların üzerine çıktı. Bu rakamın 2023’de 160 milyar dolar civarında olacağını tahmin ediyoruz.
Bilişim teknolojileri ile oluşturulan PTTBank konsepti vatandaşımızın işini kolaylaştırıyor. Artık vatandaşımız e-devlet uygulamalarıyla tek bir tuşla işlemlerini yapabiliyor.
2023 yolunda ulaşım ve iletişim alanında yapılan bütün bunları aşan işlere imza atmalıyız. Ülkemizin her bir köşesinin başka köşesiyle ve dünya ile irtibatının, ulaşımının ve iletişiminin en üst düzeye ulaşması temel önceliğimiz olmalıdır. Artık sadece mahrumiyeti gidermeye, hizmeti yaygınlaştırmaya değil, verilen hizmetlerin kalitesinin daha da yükseltilmesine odaklanmalıyız. Bunun olumlu etkilerini ekonominin büyümesinde, ihracatın artmasında, refahın yaygınlaşmasında, sosyal ve kültürel bağların güçlenmesinde göreceğiz.
Savunma sanayii iktidarımız döneminde büyük bir aşama kaydetti. Bugün kendi uydumuzu, yerli piyade tüfeğimizi, insansız hava aracımızı, helikopterimizi, tankımızı, savaş gemimizi üretiyoruz. ASELSAN ve TAİ dünyanın en büyük savunma sanayi şirketleri arasına girmiştir.
Ülkemiz son 10 yılda bir yandan silahlı kuvvetlerini modernize ederken, aynı zamanda savunma sanayiini de geliştirmiştir. Savunma sanayiinde yapısal bir dönüşüm yaşanmış, tasarım ve mühendislik ağırlıklı yerli üretim öne çıkmıştır. 2002 yılında 1 milyon dolar olan savunma ve havacılık ciromuz 2013’te 4,7 milyon dolara ulaştı.
2023 yolunda, Türkiye’yi savunma sanayii en gelişmiş ilk 10 ülke arasına sokmak ana hedefimiz olmalıdır.
Bugün 5 milyar doları geçen savunma ve havacılık sanayii sektör cirosunun önümüzdeki 5 yıllık dönemde 10 milyar dolara yükseltilmesi hedeflenmelidir. Bu cironun en az yarısının ihracattan elde edilmesine yönelik politikalar uygulanmalıdır.
İstihdam konusunda da büyük işler başardık. İşçimizi, emekli ve memurumuzu enflasyona ezdirmedik. Ortalama memur maaşını yüzde 306 oranında artırdık. En düşük SSK emekli aylığını % 285, en düşük tarım Bağ-Kur emekli aylığını % 811, en düşük esnaf Bağ-Kur emekli aylığını % 440, en düşük memur emekli aylığını da % 248 oranında artırdık.
“İstihdam dostu büyüme” anlayışımızla daha çok vatandaşımıza iş kapıları açıldı, işsizlik azaldı. İş gücüne katılım oranı yüzde 51’e yükseldi. Bu rakam kadınlarda yüzde 32,7’ye çıktı. Özellikle kadınlarda iş gücüne katılım oranı iktidarımız döneminde 5 puana yakın artış gösterdi.
Toplam istihdam düzeyimizi 2002 yılında 19,4 milyondan, 2013 yılında 25,7 milyona yükselttik. Başbakanlığımız döneminde 6,3 milyon vatandaşımıza yeni iş kapısı açıldı. 2014 yılı sonu itibarıyla istihdam 26,3 milyon seviyesine yükselecek.
2023 yolunda daha nitelikli işgücü, daha güvenceli iş, daha kaliteli bir çalışma hayatı hedeflemeliyiz. Eğitim-istihdam ilişkisini güçlendiren, işgücü piyasasını esnekleştiren, kadınlar, gençler ve dezavantajlı grupların istihdamını artıran politikalar takip etmemiz gereklidir.
Bilimsel araştırmalar, Ar-Ge ve inovasyon alanına görülmemiş destekler verdik. Bilimsel projeler, bilim insanı bursları, patentler konusunda rekor üstüne rekor kırdık. 52 adet teknoloji geliştirme merkezi kurduk. Özel sektörümüzün Ar-Ge ve yenilik projelerine büyük teşvikler sağladık. Ar-Ge harcamalarının milli gelire oranı son 10 yılda 2 kat artarak yüzde 1’e yaklaştı. Bu oranı 2023’te yüzde 3’e çıkarmalıyız. Yerli yer gözlem uydumuz Göktürk 2’yi uzaya gönderdik. Dünyada sadece birkaç gelişmiş ülke tarafından üretilen ve şimdiye kadar yurt dışından ithal edilen füze yakıtını yerli imkânlarla üretmeyi başardık.
2023 yolunda bilim ve teknolojiye verdiğimiz destekleri daha çok artırmalı; bilimsel gücümüzü yükselten, sonuç odaklı, kritik sektörlerde ülkemizin özgün ürünler geliştirmesine, sanayimizin gelişmesine büyük katkılar veren politikalar izlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Turizm, çok önemli bir gelir kaynağımızdır. Son 12 yılda ülkemiz, diğer alanlarda olduğu gibi turizm sektöründe de çok önemli gelişmeler kaydetmiştir. 2002 yılında dünyanın en çok ziyaret edilen 17. ülkesi olan Türkiye, 2013 yılı itibariyle 38 milyon turistle en çok ziyaret edilen 6. ülke konumuna yükselmiştir. Ülkemiz, turizm gelirleri sıralamasında ise 32,3 milyar dolar ile 10. sıraya yerleşmiştir.
Hedefimiz, dünyadaki yeni turizm eğilimleri çerçevesinde kıyı turizmi, kongre turizmi, sağlık turizmi, inanç turizmi, spor turizmi gibi alternatif turizm türlerini geliştirmek ve ülkemizin her yöresinin bir cazibe merkezi haline gelmesini sağlamaktır. Bu çerçevede 2002 yılında kongre turizmi dünya sıralamasında 31. sırada bulunan ülkemiz, 2013 yılında 18. sıraya yükselmiştir. Ayrıca İstanbul, 2011 yılından bu yana 500 delege üstü kongreler sıralamasında dünya birinciliğini elinde bulundurmaktadır.
2023 yılında turist sayısı ve turizm gelirinde dünyada ilk beş ülke arasına girmek, 50 milyon turist ve 50 milyar dolar turizm geliri elde etmek hedefimiz  doğrultusunda çalışmaya devam etmeliyiz.
Enerji alanında önemli aşamalar kaydettik. 2002 yılında 100 bin metre olan kamu-özel sektör maden arama sondaj miktarını, 2012 yılı itibariyle 1 milyon 500 bin metre düzeyine ulaştırdık. 2002 yılında yaklaşık 600 milyon dolar olan maden ihracatımızı, 2012 yılı sonu itibariyle 4 milyar dolara çıkardık. Madencilik sektörünün Gayri Safi Yurtiçi Hasıla içindeki değeri 2002 yılında 1,9 milyar dolar iken, 2012 yılında bu rakam 11,7 milyar dolara yükseldi.
Yaptığımız çalışmalarla elektrik kurulu gücünde özel sektörün payı 2002’deki yüzde 34 seviyesinden, bugün yüzde 66 düzeyine ulaştı. 21 adet elektrik dağıtım şirketinin tamamını özelleştirdik.
Petrol arama ve üretim yatırımımızı 9 kat artırdık. Her geçen gün artan petrol ve doğalgaz ihtiyacımızı yurt içi ve yurt dışı kaynaklardan karşılamak için yeni arama stratejileri geliştiriyoruz.
Enerjide temel stratejimiz, etrafımızdaki üç büyük havza olan Ortadoğu, Kafkasya/Orta Asya ve Güneydoğu Avrupa/Balkanlar bölgelerinin enerji koridorlarıyla birbirine bağlanması olmalıdır. Bu süreçte Türkiye’nin sadece bir enerji geçiş ülkesi değil, bir doğal gaz/petrol dağıtım merkezi haline dönüştürülmesi için uzun vadeli planlar uygulamalıyız. Azerbaycan ile imzaladığımız TANAP bu anlamda büyük bir adımdır. Önümüzdeki dönemde Irak’ın, bu çerçevede IKBY’nin ve Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarının Avrupa ve uluslararası pazarlara ulaştırılmasında en uygun seçenek Türkiye üzerinden olacaktır.
2023 yolunda enerji vizyonumuz; nükleer enerjiyi elektrik üretiminde kullanan, yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarını en üst düzeyde değerlendiren, israfı ve enerjinin çevresel etkilerini asgariye indiren, uluslararası enerji ticaretinde stratejik konumunu güçlendirmiş, rekabetçi bir enerji sistemi oluşturmak olmalıdır.

3.3. Yerel Yönetimler ve Çevre 
“Medeniyet” kelimesi, “şehir” anlamına gelen “medine” kelimesinden türetilmiştir. Medeniyet bunun için kendini şehirde, şehir tasarımı, mimarisi, hayatı ve kültüründe gösterir.
Biz millet olarak büyük bir medeniyete sahibiz. Fakat kendini, geleneğini, idealini reddeden yönetimler ile şehirlerimiz uzun süre kimliğinden, kişiliğinden, özgünlüğünden mahrum edildi. Tarihi eserlerimiz, evlerimiz, sokaklarımız, mahallelerimiz, meydanlarımız harap hale geldi. Mekânlarımız kadar insanlarımız da tahrip edildi. İnsan, şehrin odağı olmaktan çıkarıldı. Kişiliği yok olan şehirlerde yaşayan insanlarımızın mutluluğu, huzuru ve özgüveni de büyük bir tahribata uğradı.
Biz hem yerelde, hem de ülke yönetiminde var gücümüzle kendi değerlerimize yönelik bu tahribatı durdurmanın mücadelesini verdik. Altyapısı, asfalt yolu, çevreyolu, suyu olmayan, suyu kesilen, elektriği kesilen gecekodulaşan, ticaretin bereketinin kalmadığı, açlık ve yoksulluk sınırında milyonların olduğu, denizlerinin kirlendiği şehirlerimizin sorunlarını çözdük, onlara taze bir nefes olduk. Belediyecilikte yepyeni bir devir açtık. Altyapıda, konut inşasında, ulaşım projelerinde, sosyal yardımlarda öncü belediyecilik anlayışını ortaya koyduk.
Modern, akılcı yaklaşımlar ile, insanımız ile diyalog halinde mahrumiyetlerin çoğunu giderdik. Şehirlerimiz ve şehirli insanımız için yollar, sokaklar, parklar, raylı sistemler, yeşillendirme çalışmaları yaptık. Daha temiz ve sağlıklı bir çevre için büyük yatırımlar gerçekleştirdik. Belediyeler engelli, muhtaç, yoksul vatandaşlarımıza destek oldular. Yerel yönetim kültürü değişti, vatandaşımızın aldığı hizmetin çapı ve kalitesi üst düzeylere ulaştı.
Yerel yönetimlere verilen vergi payları ve yetkiler artırıldı. Böylece belediyeler daha çok yatırım yapar, daha etkin, çeşitli ve üst düzey hizmet verir duruma geldiler.
Şehirlerimizde gecekondulaşma önlendi. On yılda tüm ülke sathında insanımız için en elverişli şartlarda, çevresiyle ve yapı kalitesiyle modern 565.000 konut inşaa ettik. Kentsel dönüşüm kapsamında ise 6,5 milyon  birim konutun dönüştürülmesine başladık. 2014 yılı sonuna kadar 500.000 konutun dönüşümünü hedefliyoruz.
Demokrasinin kökü yerel yönetime dayanır. Bize kadar vesayetçi bakış sadece ülke yönetimini değil, yerel yönetimleri de hakimiyeti altına almıştı. Biz, insan hakları ve özgürlüklerini öne alan, evrensel demokrasi ve hukuk devleti anlayışını benimseyen büyük dönüşüm hareketimize yerel yönetimlerden başladık. Sosyal belediyecilik kavramını, proje üreten ve uygulayan belediyecilik kavramını bütün ülkemizde hayata geçirdik.
Artık yeni bir aşamaya geçiyoruz. Yoksunlukları gidermeye devam ederken, bir yandan da şehir insanını odak alan, şehir kültürünü, medeni bakışı zenginleştiren işleri başarmalıyız. İşlevsel olduğu kadar estetik, modern olduğu kadar tarihi, canlı bir ekonomisi olduğu kadar yeşil şehirler inşa etmeye devam etmeliyiz.
Önümüzdeki dönemde de şehirlerimizin ve insanlarımızın sorunlarını çözmeye kararlı şekilde devam etmeliyiz. Büyük projelerimizi sürdürmeli, yeni projelere başlamalıyız. Katılımcı, vizyoner, girişimci belediyecilik anlayışını daha da güçlü hale getirmeliyiz.
Her bir şehrimiz için uzun vadeli vizyonlar belirlemeliyiz. Her şehrimiz ekonomisiyle, kültürüyle, tarihi mirasıyla, tarımıyla, turizmiyle ülkeyle entegre olacak ve ismini duyurmalıdır. Öte yandan küresel düzeydeki en ileri teknikler, teknolojiler, gelişmeler, ticari ve ekonomik bağlantılar da şehirlerimizin markalaşmasına katkı sağlamalıdır.
Yeni Türkiye’de insanımızı estetik, yeşil, düzenli, en üst kalitede belediye hizmeti alan, sağlıklı, huzurlu şehirlere kavuşturmak temel hedefimizdir. Çocuklar, engelliler, yaşlılar ve tüm dezavantajlı grupların hayatını kolaylaştıracak engelsiz kentler inşa etmeye devam etmeliyiz.
Bizim hedefimiz yaşanabilir şehirler kadar, güzel şehirler de meydana getirmek olmalıdır. Güzel şehirler güzel insanlar demektir. Şehirlerimizin asli kimliklerini , tarihi mirasını ortaya çıkarmaya, mimarisini ve yapılaşmasını niceliksel değil niteliksel anlamda üst düzeye yükseltmeye devam etmeliyiz. Dikey yapılaşmadan uzak, çevresi ve tabiat ile uyumlu, insanımızın içinde yaşamaktan mutluluk ve gurur duyacağı şehirler inşa etme çabamız artarak sürmelidir.
Şehirlerimizi insan dostu mekânlar haline getirmeliyiz. Şehirlerimizin “kimlikli ve kişilikli şehirler” olması sürecini kararlılıkla devam ettirmeliyiz.
Çevre alanında da ülkemize çağ atlattık. Son dönemde çevreyi koruma, her türlü kirliliği giderme, ağaçlandırma noktasında bir devrim yaşamıştır.  Modern çevre teknolojileri, arıtma tesisleri yaygın olarak ilk defa bizim gayretimizle memleketimize kazandırıldı.
2002 yılında belediye nüfusunun %35’ine atık su arıtma hizmeti verilirken, yaptığımız çalışmalarla 2013 yılında bu oranı %72’ye çıkardık.
2002 yılında belediye birlikleri eliyle yürütülen katı atık düzenli depolama tesisi sadece 15 iken, bugün bu sayı 69’a ulaştı. Bu tesislerde 903 belediyede 44,5 milyon kişiye hizmet veriliyor. İstanbul, Ankara ve Gaziantep dahil 7 katı atık depolama sahasında depo gazından elektrik üretimi yapılıyor.
Ambalaj atıkları lisanslı toplama-ayırma ve geri dönüşüm tesisi sayısını 28’den 806’ya çıkardık. Böylece ambalaj atıklarının %50’sinin geri kazanımını sağlıyoruz.
Denizlerimizin temizliğinde de büyük bir aşama gerçekleştirdik. Bugün mavi bayrak sahibi plaj ve marina sıralamasında dünya dördüncüsüyüz.
2005 yılından bu güne kadar 5841 yerel yönetim ve birliğin çevre kirliliğinin giderilmesi amacıyla kanalizasyon, atık su arıtma tesisi, katı atık düzenli depolama tesisi gibi projelere toplam 840 milyon TL değerinde maddi destek sağladık.
Çevre alanında Yeni Türkiye hedefimiz; ekonomik kalkınma ile çevre arasında en uygun dengeyi kurarak, uluslararası standartlarda küresel çevre yönetim sistemiyle, kalıcı yaşam kalitesini en üst seviyeye taşıyacak bir yapı oluşturmak olmalıdır.
2023 vizyonumuz; trafik sorunu asgariye indirilmiş, ulaşımı rahat, tertemiz havası ve doğası, üst düzey estetiğe sahip, güçlü ekonomiye, huzurlu ve mutlu insanlara sahip “yaşanabilir çevre ve şehirler” meydana getirmek sürecini üst seviyelere taşımak olmalıdır.

Öncü Ülke

4.1. Yeni Türkiye ve Dünya
Bugün Soğuk Savaş’ın durağan, iki kutuplu yapılanması yerini çok-boyutlu ve dinamik bir düzene bırakmıştır. Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının birleştiği noktadaki stratejik konumuyla ülkemiz, yeni risklerin yanında, geniş fırsatlarla da karşı karşıyadır.
Hızla değişen ve gelişen küresel sistemde, fırsatları aktif biçimde yönlendirmek, milli çıkarlarımızı küresel adalet ve hakkaniyet anlayışıyla, ilkelerimizden taviz vermeden geliştirmek durumundayız.
Son 12 yılda gerçekleştirdiğimiz siyasi, ekonomik ve kültürel dönüşümü dış politika dönüşümü ile bütünleştirdik. Bugün Türkiye kendi bölgesinde ve dünyada saygın bir küresel aktör haline gelmiştir.
Dış politikadaki duruşumuz, milletimizin duruşudur. Ülkemiz bu sayede fırsatlar ve tehditlerin iç içe geçtiği bu süreçte barış ve istikrara katkı yapan önemli bir aktör konumuna yükselmiştir.
Bunu yaparken gücümüzü sadece milletimizden aldık. En büyük başarımız, dış politikayı milletimize mal etmemizdir. Etkin, kararlı ve stratejik yönetim anlayışımız ile artık bütün resmi kurumlarımız dış politikaya katkı vermektedirler. Tarımdan enerjiye, ulaştırmadan kültürel ilişkilere, sağlıktan teknik yardıma kadar bütün kurumlarımızın faaliyetleri de uluslararası bir nitelik kazanmıştır. İlgili bütün bakanlıklarımızın yanında Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü, TİKA, THY, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Yunus Emre Vakfı, AFAD, Kızılay başta olmak üzere bütün kamu ve sivil toplum kuruluşlarımız tam bir ahenk içinde dünyanın her bölgesinde son derece aktif bir faaliyet göstermektedir.
Hemen her alanda dünyaya örnek olmaya başlayan Türkiye, bugün artık bütün kurumlarıyla hem çevre bölgelere, hem de dünyanın her köşesine hitap etmektedir.
Son 12 yılda vatandaşlarımızın önündeki vize engellerini birer birer kaldırdık. Vatandaşlarımız 2002 yılında 42 ülkeye vizesiz seyahat edebilirken, bugün bu sayı 70’e ulaşmıştır. Ayrıca, geçtiğimiz yıl AB’yle imzalanan anlaşmayla vatandaşlarımızın AB ülkelerine vizesiz seyahat etmeleri için süreç başlatılmıştır.
Demokratik standartlarımızı yükselten siyasi reformlar ve OECD içinde en yüksek büyüme oranlarını yakalamamızı sağlayan ekonomik performansımız ile desteklediğimiz çok boyutlu ve etkin dış politikamızla bir yandan mevcut stratejik ilişkilerimizi geliştirirken, diğer taraftan bölgesel ve küresel düzeyde yeni girişimlere öncülük ettik.
Bu bağlamda, iki temel prensiple hareket ettik.
Birincisi; küresel ve bölgesel gelişmeleri doğru okuyan, gerekli adımları zamanlıca atan, anlık çıkar hesaplarının üstüne çıkan, değerlerimize bağlı, ilkeli ve kararlı politikalar benimsedik.
İkincisi; Türkiye’nin tarihini ve coğrafyasını çok boyutlu bir perspektifle yeniden yorumlayarak, Ankara ve millet merkezli, kendi vizyonumuzu, stratejimizi ve çözüm önerilerimizi ortaya koyan, etkin ve  dinamik bir dış politika izledik.
Bu çerçevede başta NATO ve AB olmak üzere Transatlantik ve Avrupa siyasi, ekonomik ve güvenlik yapılarıyla var olan organik bağlarımız geliştirilmiş ve derinleştirilmiştir.

İktidara geldiğimiz günden itibaren AB’ye uyum amacıyla 324 birincil, 1709 ikincil mevzuat çıkardık. Sadece son bir yılda 16 birincil, 191 ikincil mevzuat yayınlandı. Türkiye’nin uyum sürecini koordine eden ayrı bir AB Bakanlığı kurduk. 2014 yılını AB Yılı olarak ilan ettik.
AB katılım müzakerelerinde istenilen ivmenin yakalanması için kararlılığımız sürmektedir. Türkiye reformlar sürecine devam edecek ve üzerine düşeni yapacaktır. AB liderlerinin değişen küresel ortam ve artan bölgesel riskler karşısında Türkiye’ye ilişkin pasif tutumlarından bir an önce uzaklaşmalarını bekliyoruz.
Gerçekten de ne Türkiye bundan 12 yıl önceki Türkiye’dir, ne de değişen küresel dinamikler ışığında ve ekonomik kriz sonrasında AB, 12 yıl önceki dönüştürücü etkiye sahiptir. Ortak komşuluk alanlarında Türkiye’nin AB’ye getireceği artı değer hiç olmadığı kadar artmıştır.
Bir barış projesi olan AB, korkularını ve önyargılarını aşmalıdır. Bunun için Türkiye’nin tam üyelik perspektifini göz ardı eden ve öteleyen yaklaşımlardan kaçınması gerekir.
Bu bağlamda, AB’nin kendi içinde gittikçe güçlenen yabancı düşmanlığı ve İslamofobi ile etkin mücadele etmesi de çok önemlidir.
Sürecin tüm zorluklarına rağmen, bizim için AB ile yürütülen müzakerelerin amacı tam üyeliktir. Hedefimiz, Cumhuriyetimizin 100. yıldönümünü AB üyeliği ile taçlandırmaktır.
Asya derinliğinde de Rusya, Çin ve Japonya ile stratejik ilişkiler geliştirdik. Bu çok yönlülük, uluslararası barışa da katkı yapan bütüncül bir dış politika stratejisinin asli ve doğal unsurudur.

Dış politikamızda evrensel değerler ve ulusal çıkarlar arasında bir denge oluşturduk. Bu, ülkemizin bölgesinde ve ötesinde olumlu bir dönüştürücü etkiye sahip olmasını sağlamıştır. Bölgesel aidiyet, özgürlük ve güvenlik dengesi, çok taraflılık ve işbirliği vizyonu dış politikamızın temel ilkeleridir.
Dış politikada hedefimiz, ülkemizin mücavir bölgelerde belirleyici ve düzen kurucu, küresel alanda etkin ve yönlendirici bir aktör olarak konumunun güçlendirilmesi olmalıdır.
Yeni Türkiye vizyonumuzda gerçekçi, açık, barışçı ve diyaloğa dayalı bir dış politika öngörüyoruz.
Yeni Türkiye, dünya ile entegrasyonunu daha da artıracaktır. Artık işadamımızdan öğrencimize, bürokratımızdan sade vatandaşımıza kadar herkesin dünyası kendi şehriyle, kendi bölgesiyle sınırlı kalmamalı, bütün dünyaya açık olmalıdır.
Yeni Türkiye etkin, hakkaniyeti gözeten, çok boyutlu ve itibarlı bir dış politikaya dayanmalıdır.
Yeni Türkiye, güçlü, büyük ve öncü Türkiye olmalıdır.

4.2. Bölge Vizyonumuz
Yakın coğrafyamız olan Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar ve Karadeniz havzasında özgürlük ve güvenlik dengesi Soğuk Savaş’tan sonra tümüyle sağlanamamıştır. Ülkemizin bir istikrar adası olarak merkezinde yer aldığı bu bölgede, işbirliği vizyonumuzun önemi azalmamış, aksine daha da artmıştır. Komşu ve yakın çevremizde, demokrasi, çoğulculuk, refahın geliştirilmesi ve güçlendirilmesi hedefine dönük çabalarımız artarak sürmelidir.
Ortadoğu bölgesinin önümüzdeki dönemde kaderinin belirlendiği hayati bir dönemeçten geçiyoruz. Bölgede filizlenen demokrasilerin Mısır’da olduğu gibi darbelere maruz bırakıldığı, büyük çaplı iç savaşların devam ettiği, devlet otoritesinin tehdit edildiği ve ezcümle sınırların yeniden çizilme ihtimalinin belirdiği bir durum bulunmaktadır. Bu bağlamda, kimlik siyasetinin etkinliğini artırdığı, etnik ve mezhepsel fay hatlarının derinleştiği, bölgesel işbirliği dinamiklerinin yeterince çalıştırılamadığı bölgesel bir konjonktür ortaya çıkmıştır.
Ortadoğu’da yüz yıllık statükonun yıkıldığına şahit oluyoruz. Bu süreçte Türkiye olarak savunduğumuz ilkeler doğrultusunda kararlı bir tutum takındık. Kendi halkımız için ne istediysek, kardeş halklar için de aynısını istedik. Mısır’ın uzun tarihinde ilk defa gerçekleşen halk iradesinin kardeş Mısır halkının elinden alınmasına sessiz kalamazdık, kalmadık.
Arap halklarının haklı talepleri doğrultusunda başlayan sürecin şimdi belirsiz bir mecraya sürüklenmeye çalışıldığını görüyoruz.
Nitekim, Irak’ta son dönemde meydana gelen gelişmeler, gerek Suriye’de gerek Irak’ta iktidarı ellerinde bulunduranların izlediği yanlış politika ve ayrımcı uygulamaların, aşırılık yanlısı grupların faaliyetleri için uygun bir zemin yarattığını bir kez daha göstermiştir. Irak’taki hadiseler, Suriye’de giderek derinleşen insanlık trajedisi karşısında daha kapsamlı bir strateji geliştirme ihtiyacının da altını çizmiştir.
Uluslararası toplumun Suriye’deki rejim mezaliminin yarattığı şiddet sarmalının ve trajedinin son bulması için süratli ve somut adımlar atması önem taşımaktadır. Türkiye, Suriye’deki trajediye, halkın meşru talepleri doğrultusunda siyasi çözüm bulunması için çabalarını sürdürecektir.
Uluslararası toplum kararlı bir adım atmadığı takdirde, bölgemizin derin bir mezhep çatışmasına sürüklenme riski vardır. Mezhepçilik ve radikalleşmenin önlenmesi, bölgede demokratik ve ekonomik dönüşümün derinleşmesiyle mümkün olabilir.
Önümüzdeki dönemde Türkiye; bölgede kalıcı barış için demokrasi, çoğulculuk ve refahın geliştirilmesi, katılımcı toplum modellerinin yerleştirilmesi, bölgesel işbirliği dinamiklerinin çalıştırılması yönünde tüm bölge ülkeleriyle dayanışmasını sürdürmelidir. Bu konuda uluslararası camiada öncü rolümüzü devam ettirmeliyiz.
Ortadoğu’nun ihtiyaç duyduğu şey; daha fazla darbe, mezhepçilik, şiddet değil; adaletli, paylaşımcı ve demokratik bir vizyonun öne çıkmasıdır. Çare, demokrasi, refah ve çoğulculuğun bölgede hakim kılınmasıdır.
Türkiye’nin bakışı da, dış politikası da mezhepçi değil, demokratik ve çoğulcu bir bakıştır. Bu çoğulculuk bizim medeniyet mirasımızın en önemli başarılarından birisidir. Asırlarca her dinin, her kimliğin bir arada, beraberce kardeşçe yaşamasını mümkün kılan bu medeniyet mirasının barındırdığı hoşgörü, birlik ve saygı ilkeleri günümüzde de canlı tutulmalıdır.
2002’den beri yakın çevremizdeki donmuş krizlerin çözümü hedefine dönük aktif bir tavır sürdürdük ve sürdürmeye devam edeceğiz. Ülkemizin milli meselesi olan Kıbrıs sorununun çözümünde ise belirlediğimiz “her zaman bir adım önde” olma şiarı doğrultusunda, özellikle 2004’te Annan Planı’nın referanduma sunulması döneminde çözüme verdiğimiz destek, aynı şekilde Ermenistan’la normalleşme sürecinde 2009’da imzalanan protokoller, Yunanistan’la geliştirdiğimiz yakın işbirliği mekanizmaları bu yaklaşımın örnekleridir.
Bölgesel istikrara katkılarımız bunlarla sınırlı değildir. Türkiye olarak bölgesel çözümler ve işbirliğine olan inancımız çerçevesinde, yakın coğrafyamızda birçok bölgesel sürecin gelişmesine de öncülük ettik. Irak’a Komşu Ülkeler Süreci, Afganistan ile ilgili “İstanbul Süreci”, Türkiye-Afganistan-Pakistan, Türkiye-Bosna Hersek-Sırbistan, Türkiye Bosna-Hersek-Hırvatistan, Türkiye-İran-Azerbaycan, Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan, Türkiye-Azerbaycan-Türkmenistan üçlü süreçlerini başlattık.
Bölgesel vizyonumuzun önemli bir ayağı da karşılıklı ekonomik etkileşim ile kalıcı bir bölgesel barış düzeninin temelini atmaktır. Bu temel anlayış çerçevesinde, önceliği komşularımıza ve güçlü kültürel ve tarihi bağlara sahip olduğumuz çevre bölgelere verdik. Hemen tüm komşularımızın dahil olduğu 17 ülkeyle kurduğumuz Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyleri vasıtasıyla siyasi diyaloğu en üst seviyede sürdürüyoruz.
Ekonomik anlamda da bölgesel ticaretimizin payı genel dış ticaretimiz içinde son 12 yılda yüzde 8’den yüzde 25’e yükselmiştir. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki ülkelere yaptığımız ihracat aynı dönemde 10 kat artmış ve 5,2 milyar dolardan 48 milyar dolara çıkmıştır. Türk müteahhitlerinin sadece Ortadoğu’da üstlendiği işlerin tutarı 68 milyar dolara ulaşmıştır.
Bu durum sadece Ortadoğu ile sınırlı değildir. Güney Doğu Avrupa ve Karadeniz bölgesindeki ülkelerle toplam ticaretimiz, son 12 yılda 10 milyar dolardan 60 milyar dolara çıkmıştır.
Yakın coğrafyamız olan Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ve Ortadoğu ile entegrasyon hedefimize doğru yürümeye devam etmeliyiz.
Yeni Türkiye siyasi, ekonomik ve sosyal dönüşümüyle hem dünyada, hem de bölgede büyük bir etkiye sahip olacaktır. Ülke ekonomimiz dünya ile bütünleştikçe bölgesel ekonominin de merkezi olacaktır. Bölgemiz işadamlarının sürekli hareket ettiği, ekonomik faaliyetlerin yoğunlaştığı bir bölge olacaktır. Böylece bölgesel ekonomik kalkınma, bölgedeki barışı da güçlendirecektir.

4.3. Uluslararası Düzen ve Adalet
Bugün küresel siyasi yapılar insanlığın sorunlarını çözmekte zorlanmaktadır. Çünkü bu yapılar kültürel homojenliği esas alarak kurulmuştur. Fakat küresel dünya artık buna izin vermemektedir. Gelinen noktada dünya sistemi adalet üretmekte zorlanmaktadır.
Küresel ölçekte adalet ve hakkaniyet sağlanmadan hiç kimse kendi siyasal sınırları içinde güvende sayılamaz.
Biz başta çevre bölgelerimiz olmak üzere dünya üzerindeki adaletsizliklerin son bulması, çifte standartlı uygulamalara son verilmesi ve etkin işleyen bir küresel yönetişim reformu doğrultusunda çağrılarda bulunduk, bulunmaya devam ediyoruz.
Bu çerçevede, öncelikle BM Güvenlik Konseyi’nin ciddi bir reforma tabi tutulması gerektiğini ifade etmek durumundayız. Uluslararası barış ve güvenliği emanet ettiğimiz, ancak geçtiğimiz yüzyıldan kalan bir güç dengesini bu kurumun sadece birkaç ülkenin ihtiyarına bırakılması mümkün değildir. Konsey’e bir an önce daha geniş ve etkin bir temsil niteliği kazandırılmalıdır.
Dolayısıyla, uluslararası sistemin de demokratikleştirilmesi şarttır. Bu dönüşüm adalet, çoğulculuk ve katılım esasına dayanmalıdır.

BM Güvenlik Konseyi’nin yapısındaki dengesizliğin ve içinde bulunduğu ataletin olumsuz etkilerini biz yakın zamanda Suriye’de yaşadık. BM, bundan 20 yıl önce de Balkanlar’da, Saraybosna’da, Srebrenica’da, Tuzla’da yüzbinlerce insanın katline müdahale edememişti.
Bugün Suriye’de insanlığa karşı suç niteliği taşıyan bir vahşete karşı BM’nin içinde bulunduğu aczin ve adaletsizliğin meşru açıklaması olamaz. Bugün Irak’ta yaşananlar da uluslararası toplumun Suriye’ye zamanında ve etkin bir şekilde müdahale edememesinin bir sonucudur.
Esasen, sadece BM değil, küresel yönetişim yapılarının hemen tümü adaletsizlikten muzdariptir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemin ekonomik dengelerini yansıtan IMF gibi Bretton Woods kurumları artık ihtiyaca yanıt verememektedir. Daha adil ve eşitlikçi bir ekonomik paylaşım ve karar alma mekanizmalarının hakkaniyeti yansıtması, mevcut kurumsal yapıların kapsamlı bir reformdan geçirilmesini ve yeni platformlar oluşturulmasını zorunlu kılmaktadır.
Bu bağlamda, uluslararası krizle mücadele etmenin yollarını ele almak için teşkil edilen G-20 oluşumu, mevcut ekonomik dengeleri ve dinamikleri gerçekçi şekilde yansıtan ve üretim merkezleri ile karar mekanizmaları arasındaki bağlantıyı akılcı şekilde kuran bir yapıyı temsil etmektedir. Şeffaf karar alma yapısının da sayesinde G-20, içinde bulunduğumuz çağda ihtiyaç duyulan küresel yönetişim yapıları bakımından önemli bir emsal ve başlangıç teşkil etmektedir.
Biz, 2015 yılında dönem başkanlığını devralacağımız bu oluşumun başta az gelişmişlik ve gelir dağılımı sorunları olmak üzere tüm küresel meselelerde daha fazla sorumluluk üstlenmesine çalışmalıyız.
Adil bir küresel gelir dağılımı, yoksullukla etkin mücadele ve sürdürülebilir kalkınma gibi konuların tüm ülkelerin öncelikleri arasında yer almasının bir zaruret olduğunu düşünüyoruz. Bu bağlamda, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu yükselen ekonomilerin, küresel sistemde artan ağırlıklarına paralel olarak sosyal adalet ve refahın daha eşit dağılımı konusunda da küresel boyutta sorumluluklar üstlenmesi büyük önem taşıyacaktır.
İşte Türkiye olarak biz de bu anlayışla ve küresel sorumluluklarımızın bilinci içerisinde, son dönemde kalkınma diplomasisinde aktif bir rol üstlenmeye başladık. Bu çerçevede özellikle En Az Gelişmiş Ülkeler ile işbirliğini dış politikamızın öncelikli hedeflerinden biri yaptık. Dünya nüfusunun önemli bir bölümü yoksulluk altında ezilirken, artan küresel ekonomik zenginliğin ahlaki ve adil sayılamayacağı anlayışından hareketle bu ülkelere yardım elimizi uzattık.
Bunun da ötesine geçerek, kalkınma yardımları ve insani yardımlar alanında Türkiye’nin profilini hiç olmadığı kadar yükselttik. TİKA’nın tüm dünya genelinde kapsama alanı giderek artan faaliyetleri ve ilgili diğer kurum ve kuruluşlarımızın katkısıyla, daha 10-15 yıl öncesine kadar dış yardım alan bir ülke konumunda iken, toplam dış yardımlarımızın miktarını 3,3 milyar dolar seviyesine çıkararak OECD içinde kalkınma yardımındaki artış hızı konusunda birinci sıraya çıktık. İnsani yardımlar alanında ise dünyanın en büyük dördüncü donör ülkesi ünvanını kazandık.
Ülkemizin küresel bir oyuncu olarak yükselişine paralel, yeni coğrafyalara erişim sağlamaya yönelik olarak açılım politikaları uygulamaktayız. Bugün, ülkemizin Afrika’dan Pasifik’e, Latin Amerika’dan Okyanusya’ya kadar görünürlüğü ve etkinliği giderek artmaktadır. Yeni coğrafyalara erişimimizi artırırken, yeni pazarlar ve yatırım imkânlarının tespiti ile buna uygun siyasi ilişkiler ağını geliştirmek temel önceliğimizdir. Bunun için, başta Ekonomi Bakanlığı, TİKA ve Türk Havayolları olmak üzere ülkemizin tüm kurum ve kuruluşlarının katılımıyla bütüncül bir yaklaşım izlenmektedir.
Ülkemiz, bugün 222 diplomatik temsilcilik ile dünyada yedinci durumdadır. Son 5 yıl içinde benzeri görülmemiş bir hamleyle ulaştığımız bu sayı, ülkemizin dış politika vizyonunu somut olarak ortaya koymaktadır. Dünyanın Türkiye’ye gösterdiği ilgi de artmıştır. Bugün İstanbul, New York’tan sonra dünyada en çok başkonsolosluğa ev sahipliği yapan şehirdir.
Türkiye bugün yerelden ulusala, ulusaldan bölgesele, bölgeselden küresele her kademede planlama yapabilen, ön alan, perspektifler ortaya koyabilen, artan imkân ve kabiliyetleriyle uluslararası platformlarda etkin bir aktör olarak küresel düzeyde stratejiler geliştirebilen bir ülkedir.
Dış politikada hedefimiz; oluşan yeni şartlar ile uyumlu şekilde, ülkemizin küresel ve bölgesel tüm meselelere katkıda bulunabilecek bir aktör olarak temayüz etmesini sağlamak olmalıdır.
Bu vizyonumuzun adalet, hakkaniyet, barış talep eden bütün insanlar ve toplumlar tarafından da destekleneceğinden hiçbir kuşkumuz yoktur.
Cumhurbaşkanı olduğumuz takdirde, ülkemizin milli çıkarları ile uluslararası adalet ve hakkaniyet arayışımız arasındaki ilişkiyi daha da güçlendireceğiz. Milli çıkarlarımızı savunmamızla uluslararası hakkaniyet ve adalet arayışımızı birbirine zıt duruşlar olarak gösteren paradigmaları aşan pek çok politika ürettik.
2023 yolunda milli çıkarlarımızı daha da güçlendirecek, uluslararası adalet ve hakkaniyet arayışımızı müttefiklerimiz ve dostlarımızla kuracağımız diyaloglarla daha ileri noktalara taşıyacağız.

Yorum Yaz

Translate

Toplam Görünülenme Sayımız

En Çok Okunanlar

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Bizimle İletişim Kur !

Ad

E-posta *

Mesaj *

Copyright © Recep Tayyip Erdoğan Powered by Site Adı